7 Aralık 2009 Pazartesi

Telefon

Gecenin sessizliği, içindeki huzursuzluğu artırıyordu. Balkona çıktı. Şehir karalık örtüsüne bürünmüş, evlerin tek tük yanan lambaları aydınlığa yetmiyordu. Gözleri yıldızlara kaydı. Bir mücevher kadar parlak, göz alıcı yıldızları seyretti. Daldı gitti...
Üç ay önce böyle bir geceydi. Gecenin sessizliğini bir telefon bozmuştu. O zamanlar her şey yolundaydı. Hayatında acıyı tatmadan güzel bir yaşam sürmüştü. Her şey, bir trenin raylar üzerinde gitmesi kadar kolay olmuştu onun için; eğitimi, mesleği, evliliği, çocuk sahibi olması. Sonsuz bir hayatın; şımarık çocuğuydu, ta ki telefon çalana kadar…
Ağır adımlarla telefonun yanına gitti. İçi ürperdi; sebebini bilmiyordu. Ahizeyi kaldırırken, huzurun son perdesini kapattığını hissetmişçesine ağır hareket ediyordu. Telefonda beklediğinin aksine telaşlı ya da hüzünlü bir ses yoktu. Tok bir ses ona kimliğini onaylattı.”Evet, benim.” diyebildi. Merakla korku karışmıştı. Bu saatte tanımadığı biri, onun tüm özel bilgilerinin onaylattırıyordu:
—İzmir doğumlusunuz değil mi?”
—Evet.”
—1971 mi?”
—Evet.”
—İlk, orta, liseyi İzmir de mi bitirdiniz?”
—Evet…”

Soruları soranın o kadar otoriter bir ses tonu ve konuşması vardı ki; neden bunları söylüyorsun, neler oluyor diye soramadı. Cesaret edemedi. Konuşmanın sonunu merakla bekliyor, süreyi kısaltmak için onaylama cümlelerini başlarda yaptığı gibi kekelemeden; ardı ardına sıralıyordu. Resmi bilgilerin dışında; evlendiği gün, sene gibi çok özel doğru bilgileri de onaylamıştı. Soruların sona yaklaştığını biliyordu. Çünkü bu sene yaşadıklarını da sormaya başlamıştı. Telefondaki ses, bir süre sustu, son sorusunu sordu:

—Dün bir araba aldınız değil mi?”
—Evet.”
—Artık sizi yakinen tanıdığımızı ve bir telefon sapığı olmadığımızı sanırım anladınız. Şu ana kadar sizin hakkınızdaki bilgilerden yanlış olan oldu mu?”
—Hayır.”
—Bakın bu bir uyarı telefonu. Bu bilgiye nasıl ulaştığımızı size açıklayamayacağız ama bir terör örgütünün kara listesine alınmışsınız. Listede bin kişi var. Öldürülecekleri günün yazılı olduğu belgeyi ele geçirdik. Ancak katillere görevler, kura usulüyle verilmiş ve biz katillerin tümünü henüz yakalayamadık. Yakalayacağımızı umuyoruz ama her ihtimale karşı bu bilgiyi sizinle de paylaşmanın insani bir görev olduğunu düşündük. Bu listeye göre üç ay sonra; Mart ayının üçünde öldürüleceksiniz. Tabi biz, sizi seçen katili yakalayamazsak… Konu hakkında bir gelişme olursa; size döneceğiz. Ama özel bir birim olduğumuz için sizin bize ulaşmanız imkânsız.
Unutmayın üç ay sonra…
Unutmayın 3 Mart… İyi geceler…”

Telefon açıldığı kadar garip bir tarzda kapanmıştı. Konuşma bitmişti. Kafasına hücum eden milyonlarca sorudan birini bile soramamıştı. Nefesi kesildi, ahizeyi tutan elinde gücünün tükendiğini hissetti. Kalp atışlarının artan sesiyle, kafasındaki yüzlerce ses yarışırcasına çığlıklar attılar. Korkudan ziyade şaşkınlıktı yaşadığı. Böyle düşünmemişti. Ölüm onun planlarında hiç olmamıştı ve olmazdı da: Güçlüydü, sağlıklıydı, varlıklıydı. Neden ölsün ki?
Koltuğa yığıldığında, uykularının kaçtığı gecelerde neler yaptığını anımsadı. Televizyonu açtı. Merakla iki yıldır takip ettiği dizinin son bölümünün tekrarı vardı. Misafir olduğu için kaçırmıştı bu bölümü. Ama hayret, artık ne kadarda anlamsızdı şimdi. Ölüm gerçeği karşısında ne kadar basit ve ucuzdu. Her akşam en az dört saatini bu anlamsızlıklara bakarak mı harcamıştı? Kendisini daha da kötü hissetti… Sehpanın üzerinde yıllardır abone olduğu dergilere gitti eli: Moda dergisi, tasarım dergisi, hobi dergisi, magazin dergisi, spor gazetesi. Elleri ile hızlıca taradı dergileri. Yıllardır başkalarının kurgu hayatlarını izleyerek ve okuyarak ne çok zaman kaybetmişti. Kendini zeki zannediyordu; yanıldığını anlaması için ölümünün gelmesini beklemişti.
Çocukların odasına gitti. Uyuyorlardı. En son ne zaman öpmüştü onları? Ne zaman onların gözlerine bakmıştı en son? Anımsayamadı. Hep çok işi vardı. Zamanını kimler için harcamış ama bu çocuklardan esirgemişti. Öpmeye bile utandı bu düşüncelerle, hep dik duran bedeni çökmüş, kafası önde çıktı odadan…
Eşiyle paylaşmak istedi duygularını ve korkularını. Uyuyan eşine baktı. Onunla sıkıntılar, kavgalar ve yapılacaklar dışında bir şeyi paylaşmadığını anımsadı. Son yıllarda kavgaları gittikçe artmıştı. Onun gitmek istediği yere kendisi gitmek istemiyor; kendisinin yapmak istediklerine de o karşı çıkıyordu. Evlilikleri bir mücadele alanına dönüşmüştü. Uzlaşmayı yitirmişler, duygularını köreltmişler, maddi ihtiyaçlar için beraberliklerine devam etmişlerdi. Bu kadar yıl sonra paylaşılan ilk duygu, bu mu olmalıydı? Aslında ölmeden, eşini kaybetmiş olduğunu anladı. Ve bu süreçte kendisinin hiçbir çaba sarf etmediğini… Ölmeden kaybetmişti hayatını aslında ve bunu ölmeden önce anlamak yıkmıştı.
Bir an gözleri parladı. Bu kadar umutsuz olmamalıydı, O İslam dinine inanıyordu, yani ölümden sonra hayat vardı. Ölüm bir son değil, başlangıçtı. Ama… Gözleri parladığı gibi çabucak söndü. İslam dinine inanıyordu ama dine ayıracak hiç zamanı olmamıştı ki. Emekli olabilseydi namaz kılabilirdi belki. İş temposunu düşürebilir diye biraz da çok sevdiği sigarasından ayrılmak zor olur diye oruç da tutmamıştı. Bu sene hac zamanı da geçmişti.. Tutunacak dallarını bir bir kırmıştı kendi elleriyle. Mazeret üretme merkezi bile çalışmıyordu. Ne diyecekti Rabbine? Hasta değildi, tutuklu değildi, cahil değildi. Nasıl düşünemedim dedi kendi kendine. Dil sustu, gözyaşları süzülürken yanaklarına; merakla korkunun terk ettiği bedenini acı ve pişmanlık sarmıştı.

* * *
Yıldızlar, gece ve sessizlik… Bu üçü alıp götürmüştü üç ay öncesine. Bir daha aynı ses tarafından aranamamıştı. Yarın Martın üçüydü. Beklenen gündü. Üç ay önce olsa kendisini bir karakola atar ve günün bitmesini beklerdi. Ama üç ay önce olsaydı. Şimdi ise içindeki tek huzursuzluk; telafi edemediğine inandığı geçmişindeki hatalar ve günahlarıydı. Ölümden duyduğu korku gitmiş, yerini üç aydır yeniden tanıdığı ve çok sevdiği Rabbine karşı duyduğu derin bir mahcubiyet almıştı. Bu üç ay, onun hayatının bütünleme sınavları olmuştu sanki. Eşiyle yakınlaşmış, eskiden tartışma konusu lan olayların ne denli küçük ve hoş görülebilir olduğunu görmüştü. Çocuklarıyla oynamış, onlara hayatları boyunca faydalanacakları nasihatler vermişti. Artık akşamları ailece iple çeker olmuşlardı. Yemek masasında başlayan sohbet, uykusuz gecelere kapı açmış, birbirlerini sevmişlerdi. Hep ertelediği bir işi yapmıştı. Kuranı Kerim okumayı öğrenmişti. Okuduğu her kelime ile yılların çaktığı sıkıntı çivileri ve tereddütler bir bir sökülmüştü. Anlamını okudukça yıllarca nefsi ile aslında hayatını ne denli zorlaştırdığını görmüştü. Üşüdü. Balkondan içeri girdi. Gece namazı kılmak için seccadesini açtı. Belki son namazıydı. Azrail’in nefesini arkasında hissederek sığındı Rabbine. Secdeye gittiğinde uzun uzun ağladı. Selam verirken hayatının belki bu son gününde yüzünde teslimiyetin huzuru vardı.
Telefon çaldı. Gecenin sessizliği, içindeki huzur, bedenindeki teslimiyet birdenbire sarsıldı. Dona kaldı. Yine gece yarısıydı. Telefon hala çalıyordu. Yerinden kalkmadı. Telefondaki sesin aynı ses olmasından korktu. “Katiller yakalandı.” demesinden ve eski hayatına dönmekten korktu. Aynı koşturmacanın, huzursuzlukların, başıboşluğun başlamasından korktu. Kararını verdi: Bilmek istemiyordu. Tıpkı Rabbinin emrettiği gibi; artık gelen her günü ölebileceği gün, her kıldığı namazı son namazıymış bilecek ve herkese sanki yarın ölecekmiş gibi hoşgörüyle ve sevgiyle bakacaktı.
Telefon çaldı, uzun uzun çaldı… Ayağa kalktı, telefonun fişini çıkardı. Saatini sabah ezanına kurup çocuklarını öperek sevdiği eşinin yanına uzandı. Nimetleri için Rabbine şükrederek gecenin kollarına huzurlu bedenini bıraktı…

HAVVA POLAT

Mollacami.Net

23 Kasım 2009 Pazartesi

Sahibüzzaman HZ. den Tavsiyeler

MUHTELİF TAVSİYELERİ

Oğlum! ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Rasûlü’ne yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da âhiretin.

Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır. 1-Nûr, 2-Zulmet. Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.

Şöyle düşünmeli: “Ya Rabbi! Âciz kulunu Ümmet-i Muhammed’e hizmet etmeye muktedir kıl”. Eğer “Yâ Rabbi, bana ilim ihsan et” denirse, şahsî menfaate taalluk edeceğinden, rızâ-yı İlâhi’ye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rızâ-yı Bâri’yi bulamaz. İlim ve cennet istemek menfaat-i şahsiyedir. Gaye ise rızâ-yı Bâri’dir.

Bizim yolumuz, imân, İslâm ve Ahlak-ı Muhammediye’yi aşılamaktan ibarettir.• Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.

Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.• Hak’tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.

Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnet’in gayri olan yanlış yollara sapmayınız.

Her yerde birlik ve beraberlik lâzımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddî ve mânevî yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.

Dini dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttular. Bir şeyler alır da vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hale geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi mâneviyata karıştırmayın.

“Her koyunu kendi bacağından asarlar” sözü yanlıştır. Dinimizde neme lâzım demek yok. Bana lâzım demek vardır.• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez; gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.

İlim, nûr-i İlâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.

İnsan gibi, ilmin de anâsır-ı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözüyle görmek, kulağıyla işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i İlâhiyi çekecek.

Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler âlim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.
Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.

Şimdiye kadar müslümanları hakir görmüşler; üstü başı pejmürde, kirli, paslı insanlar olarak millete tanıtmaya çalışmışlardır. Benim evladlarım tertemiz giyinip gezecekler; yolda, sokakta yürürken gayet vakûr bir şekilde ilerleyecekler. Müslümanlığın şahsiyetini, bu millete tanıtacaklar, onu hakkı ile temsil edeceklerdir.

Macaristan vaktiyle müslümandı. Fakat bir gün geldi orada yalnız zâhirî ulemâ kaldı. Zâhirî ulemâ mâneviyattan mahrûm olduğu için, dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi hıristiyan olup gittiler. Bu din mâneviyatsız muhâfaza edilemez.

Sırf bâtınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zâhirle meşgul olanlar gâfildir. Kemâlat her ikisinin birleşmesindedir.

İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.• Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lânet vardır.

Yemek yerken, su içerken “ibadet için kuvvet olsun yâ Rabbi” diye, Mevlâ’nın huzûrunda olduğunu düşünmek lâzım.

Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: “Benim oğlum sigara içmez değil mi?” gibi.

“Yâ Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!”
BİR ÜNİVERSİTE TALEBESİNE NASİHATLARI•[/color]

Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur.


Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.

İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevâzu sahibi ol, zira en hâlis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevâzi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz.

Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.

İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.• Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.

Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz “Çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evladım, alınteri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik… Sadaka-i câriye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.

Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır.• Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekâr iken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.

Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbirşey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.

Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola tükürmüşse) sen, onu ayağının ucu ile örtüver…

•Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle” diye dua ederim.

Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selâm ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir

17 Kasım 2009 Salı

Ana Sayfa: Akşam Yatarken ve Sabah Kalkarken Okunacak Duâ

Akşam Yatarken ve Sabah Kalkarken Okunacak Duâ


Akşam Yatarken Okunacak Duâ

ٱَللّٰهُمَّ بِٱسْمِكَ اَمُوتُ وَاَحْيٰى


'Allâahümme bismike emüütü ve ahyâa.'

Mânâsı:

'Allâh'ım; isminle ölür, isminle dirilirim.'



Yataktan Kalkarken Okunacak Duâ


ٱَلْحَمْدُ ِللهِ ٱلَّذِى اَحْيَانَا بَعْدَ مَا اَمَاتَنَا وَاِلَيْهِ ٱلْبَعْثُ وَٱلنُّشُورُ


'Elhamdü lillâahillezii ahyâanâa ba'de mâa emâatenâa ve ileyhil ba'sü vennüşuur.'

Mânâsı:

'Hamd olsun o Allâh'a ki, öldükten sonra bizi diriltti. Öldükten sonra dirilip haşrolmak (toplanmak) onadır.'


Hasan ARIKAN / Muhtasar İlmihal

En ünlü avukatın kaybettiği tek dava..

"Ünlü bir futbolcu karisini öldürmekle suçlaniyordu. Futbolcu yakalanmisti. Ama karisinin cesedi ortada yoktu. Durusma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanik sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttugu avukati jüriyi ikna etmeye ugrasiyordu:

-'Sayin jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduguna yürekten inaniyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksiniz. Neden mi? Bakin, simdi 1' den 10' a kadar sayacagim ve müvekkilimin öldürdügü iddia edilen karisi bu kapidan içeri girecek. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10.'

Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri.
Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yapti:

-'Bakin, siz de kadinin öldügüne inanmiyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapiya baktiniz. Iste karari buna göre vermenizi talep ediyorum.'

Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu buldugunu bildirdi ve dava bu sekilde
sonuçlandi.Mahkeme çikisinda avukat, bayan jüri baskanina yaklasti:

-'10' a kadar saydigimda siz de diger üyeler gibi kapiya bakmistiniz. Neden
böyle bir karara imza attiniz?' 'Dogru' dedi jüri baskani; 'Ben de kapiya baktim, ama müvekkiliniz kapiya bakmiyordu!. .'



En iyi analist her kes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir."

Babamı Istiyorum

"Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

Çocuk babasına, - 'Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun' diye sordu...

Zaten yorgun gelen adam, 'Bu senin işin değil' diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk 'Babacım lütfen, bilmek istiyorum' diye üsteledi.

Adam : - 'İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon' diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk 'Peki bana 10 milyon borç verir misin' diye sordu.

Adam iyice sinirlenip, 'Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat' dedi.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli: - 'Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.' diye düşündü.

Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, 'Belki de gerçekten lazımdı'...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

Yatağında olan çocuğa, 'Uyuyor musun' diye sordu. Çocuk 'Hayır' diye cevap verdi...

- 'Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim' dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, 'Teşekkürler babacığım'...

Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, 'Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?...

Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok' diye kızdı...

Çocuk : - 'Param vardı ama yeterince yoktu ' dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;

- 'İşte 20 milyon...

- 'Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?...'"


Mollacami.Net

29 Eylül 2009 Salı

Servetiniz yalnızca" iki bardak sudur "

"Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın hayatında en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:

- 'Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?'

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

- 'Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?'

- 'Verirdim tabii.'

- 'Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?'

Hükümdar biraz düşünür ve ardından 'Ölmemek için evet' der. Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

- 'Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.'"

Mollacami.Net

30 Temmuz 2009 Perşembe

Namaz Kılış Şekli (Resimli Anlatım)

Namaz Kılış Şekli (Resimli Anlatım): "Namaz kılacak kimse, önce üzerinde ve namaz kılacağı yerde, namazın sahih olmasına engel olacak pislik cinsinden bir şeyin bulunmamasına dikkat eder. Abdest alır, Kıbleye döner. Kendini dünya düşüncelerinden mümkün mertebe çeker. Allâh'ın mânevî huzurunda olduğunu hatırından çıkarmaz. Kılacağı namaza kalbi ile niyet eder.

Meselâ kılacağı sabah namazının sünneti ise: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya' diye kalben niyet eder. Şâyet farzını kılacaksa: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bu günün sabah namazının farzını kılmaya' diye kalben niyet eder. Eğer nâfile namaz kılacaksa, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için namaz kılmaya' diye kalben niyet eder. Sonra iki elinin parmaklarını açık tutarak ve kıble tarafına döndürerek baş parmaklarını kulaklarının yumuşağına değecek kadar kaldırıp iftitah tekbirini alır. Yâni 'Allâhü ekber' der. . Kadınlar ise, ellerinin parmak uçları omuzları hizasına gelecek şekilde kaldırırlar

Sonra erkekler sağ elinin içi sol elinin üzerine, (serçe parmak ile baş parmak sol elin bileğinde halka yapacak şekilde) koyarak ellerini göbek altına bağlar . Kadınlarsa, sağ el sol elin şeküzerinde göğüslerinin üzerine koyarlar. Gözler secde yerine bakar


Eller bağlandıktan sonra 'Sübhâneke' okunur. Sonra Eûzü ve Besmele çekilir ve Fâtiha-i Şerîfe okunur. Sonunda 'Âmin' denir. Sonra bir sûre veya kısa bir sûre uzunluğunda en az bir âyet okunur. Eller yanlara salınıp 'Allâhü Ekber' diyerek rükû'a gidilir.

Rükû'da erkekler parmakları açık olarak elleri ile dizlerini kavrar, baş ve arkayı aynı hizada tutarlar. . Kadınlar erkekler kadar eğilmezler . rükû'da en az üç defa 'Sübhane rabbiye'l-azıym' denir. rükû'da ayak parmaklarına bakılır. Fakat baş eğilmez, düz tutulur. Rükûdan sonra 'Semiallâhü limen hamideh' ve 'Rabbenâ lekel hamd' diyerek doğrulunur. Tam doğrulduktan sonra 'Allâhü Ekber' diyerek secdeye gidilir. Secdeye inerken evvelâ dizler, sonra eller, daha sonra baş yere konulur. (Secdede alın ve burnun yerin sertliğini hissetmesi şarttır.) El ve ayak parmakları kıbleye doğru çevrilir.

Secdede erkekler dirseklerini yanlara açıp karınlarını oyluklarından uzaklaştırırlar veayak parmaklarının uçları kıbleye doğru olur . Kadınlar ise bunun aksine dirseklerini yanlarına, karınlarını da uylukları üzerine getirirler ve ayak parmaklarını erkekler gibi kıbleye getirmezler. Ayaklarını yatırarak (resimde görüldüğü gibi) üstünü yere getirirler . Secdede üç defa 'Sübhâne rabbiye'l-âlâ' denilir. Sonra 'Allâhü Ekber' diyerek secdeden kalkılır, dizler üzerinde oturuş vaziyetine gelinir. Bir kere 'Sübhânellâh' diyecek kadar bekledikten sonra 'Allâhü Ekber' deyip ikinci secdeye varılır. Bu secdede yine üç kere 'Sübhâne rabbiye'l-alâ' denilir. 'Allâhü Ekber' deyip ikinci rek'ata kalkılır. Eller evvelki gibi bağlanır. Yalnız Besmele-i Şerîfe ile Fâtiha-i Şerîfe ve bir sûre veya bir uzun âyet okunur. Sonra aynen birinci rek'atte yapıldığı gibi rükû' ve secde yapılır. İkinci rek'atin ikinci secdesinden sonra sol ayağı yere döşeyip sağ ayağı dikerek ve parmakları kıbleye getirmek sûretiyle oturulur. Kadınlar iki ayağını sağ taraftan çıkartarak uylukları üzerine otururlar . 'Ettehıyyâtü, Allâhümme salli ve Allâhümme bârik...' okunur. Sonra 'Rabbenâ âtinâ' gibi dualar okunur.

Yüz sağ omuz tarafına döndürülerek 'Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllâh' denir . Bundan sonra da yüz sol tarafa döndürülerek yine 'Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllâh' denilir. Böylece namazdan çıkılmış olur.

Sabah namazının farzı da aynen (sünneti gibi) böyle kılınır. Erkekler farzdan önce kaamet okurlar.

Kılınan herhangi bir namazdan, selâm verip çıktıktan sonra 'Allâhümme ente's-selâmü ve minke's-selâm. Tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm' denilip arkasından şu tesbih okunur:


سُبْحَانَ ٱللهِ وَٱلْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ وَٱللهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِٱللهِ ٱلْعَلِىِّ ٱلْعَظِيمِ

'Sübhaanellâhi ve'l hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vellâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-alliyyi'l-azıym.'

Mânâsı:

'Allâh'ı tesbih ve tenzih ederim. Hamd ona mahsustur. Allâh'tan başka ilah (Hak ma'bud) yoktur. (İsyandan) dönmek ve (itâate yönelmekde) güçlü bulunmak ancak pek yüce ve büyük (olan) Allâh'ın yardımıyla olur.'

Bundan sonra 1 Âyetü'l-Kürsî (Allâhü lâilâhe illâ hü...) okunarak 33 kere 'Sübhânallâh', 33 kere 'Elhamdülillâh', 33 kere de 'Allâhü Ekber' denilir. Arkasından şu tekbir, tehlil ve tahmid okunur:


ٱَللهُ اَكْبَرُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ ٱلْمُلْكُ وَلَهُ ٱلْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ ٱلْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ


'Allâhü Ekber. Lâ ilâhe İllallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü yuhyî ve yümît. Vehüve hayyün lâ yemûtü biyedihil hayrü ve hüve âlâ külli şey'in kadîr.'

Mânâsı:

'Hz. Allâh her şeyden büyük ve ondan başka ilâh (Hak ma'bûd) yoktur, o birdir. Onun ortağı yoktur, Mülk onundur, hamd ona mahsusdur. Diriltir ve öldürür, O diridir, ölmez. Hayır onun elindedir. Ve o her şeye kaadirdir.'

Bu tekbir, tehlil ve tahmidden sonra eller kaldırılır ve duâ edilir.

Bütün namazların kılınış şekli böyledir. Ancak, 3 ve 4 rek'atli farzlar ile 4 rek'atli sünnet-i müekkedelerin ve vitir namazının birinci oturuşunda sadece 'Ettehıyyâtü' okunur. 'Allâhümme salli ve Allâhümme bârik' okunmaz. Fakat İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk dört rek'at sünneti gibi, sünnet-i gayri müekkedelerin birinci oturuşlarında 'Ettehıyyâtü' den sonra, 'Allâhümme salli' ve 'Allâhümme bârik' de okunur. Üçüncü rek'atin başında diğer dört rek'atli namazların aksine 'Sübhâneke' okunur. Sonra 'Euzü ve Besmele' çekilerek 'Fâtiha'ya başlanır.

Öğle namazının sünnetinde, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının sünnetine' diye kalben niyet edilir. Farzında ise, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının farzına' diye kalben niyet edilir. Son sünnetine, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının son sünnetine' diye kalben niyet edilir.

İkindi namazının sünnetinde: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü İkindi namazının sünnetine' farzında, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü İkindi namazının farzına' diye kalben niyet edilir.

Akşam namazının farzında: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü akşam namazının farzına', sünnetinde de, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü akşam namazının sünnetine' diye kalben niyet edilir.

Yatsı namazının ilk sünnetinde, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının ilk sünnetine', farzında da, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının farzına', diye kalben niyet edilir. Son Sünnetinde 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının son sünnetine' diye kalben niyet edilir. Daha sonra kılınan üç rek'at vitir namazında ise: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için vitir namazını kılmaya' diye kalben niyet edilir.




Bayanlar İçin..

Tekbir.
Gözler secde yerine bakıyor. Eller göğüs hizasında, parmak uçları omuz hizasını geçmiyor.,


Kıyam. Gözler secde yerine bakıyor. Eller göğüs üstünde ve sağ el sol elin üzerinde.



Rükü.
Gözler iki ayak ucuna bakıyor. Baş ile sırt aynı hizada olmayıp, baş daha yukarda. Parmaklar, araları kapalı olarak hafiften dizkapakları üzerinde.



Secde.
Alın ve burun yere değiyor. Baş iki el arasında, parmaklar kıbleye doğru. Dirsekler yere değiyor ve vücuda yapışık,' oyluklar da karna bitişik vaziyette. Ayakların üstü yere gelmiş şekilde ve her iki ayak sağa yatık.



Ka'de.
Gözler oyluklara bakıyor Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde Her iki ayak sağa çıkarılmış, sol ayak üzerine değil, yere oturulmuş vaziyette



Sağa Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde.' Her iki ayak sağa çıkarılmış vaziyette. Baş sağa çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.



Sola Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Her iki ayak sağa çıkarılmış vaziyette. Baş sola çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.





Erkekler İçin;

Tekbir.
Gözler secde yerine bakıyor. Ellerin içi kıbleye dönük, başparmak kulak yumuşağına değiyor. İki ayak birbirine paralel, ayaklar arasında 4 parmak sığacak kadar mesafe var.



Kıyam.
Gözler secde yerine bakıyor. Eller göbek altında bağlanmış vaziyette. Sağ elin küçük parmağıyla başparmak, sol elin bileğini halka gibi kavramış şekilde. İki ayak arası 4 parmak kadar açık ve birbirine paralel.



Rükü.
Gözler iki ayak ucuna bakıyor. Baş ile arka aynı hizada, sırt düz vaziyette ve yere paralel durumda. Bacak ve kollar gergin. Parmaklar açık, sıkıca dizkapaklarını kavramış vaziyette



Secde.
Baş iki el arasında. Alın ve burun yere değiyor. Parmaklar kıbleye doğru. Dirsekler yere değmiyor ve vücuda yapışık değil. Karın, oyluklardan ayrı. Ayak parmakları kıbleye dönük, topuklar



Ka'de.
Gözler oyluklara bakıyor. Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Sol ayak yatık ve üzerinde oturulmuş. Sağ ayak dik ve başparmağı kıbleye dönük.



Sağa Selam.
Eller oyluklar üzennde, parmaklar kendi halinde. Sağ ayak dik, başparmak kıbleye dönük. Baş sağa çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor



Sola Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Sağ ayak dik, başparmak kıbleye dönük. Baş sola çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.


Hasan Arıkan / Muhtasar İlmihal