7 Aralık 2009 Pazartesi

Telefon

Gecenin sessizliği, içindeki huzursuzluğu artırıyordu. Balkona çıktı. Şehir karalık örtüsüne bürünmüş, evlerin tek tük yanan lambaları aydınlığa yetmiyordu. Gözleri yıldızlara kaydı. Bir mücevher kadar parlak, göz alıcı yıldızları seyretti. Daldı gitti...
Üç ay önce böyle bir geceydi. Gecenin sessizliğini bir telefon bozmuştu. O zamanlar her şey yolundaydı. Hayatında acıyı tatmadan güzel bir yaşam sürmüştü. Her şey, bir trenin raylar üzerinde gitmesi kadar kolay olmuştu onun için; eğitimi, mesleği, evliliği, çocuk sahibi olması. Sonsuz bir hayatın; şımarık çocuğuydu, ta ki telefon çalana kadar…
Ağır adımlarla telefonun yanına gitti. İçi ürperdi; sebebini bilmiyordu. Ahizeyi kaldırırken, huzurun son perdesini kapattığını hissetmişçesine ağır hareket ediyordu. Telefonda beklediğinin aksine telaşlı ya da hüzünlü bir ses yoktu. Tok bir ses ona kimliğini onaylattı.”Evet, benim.” diyebildi. Merakla korku karışmıştı. Bu saatte tanımadığı biri, onun tüm özel bilgilerinin onaylattırıyordu:
—İzmir doğumlusunuz değil mi?”
—Evet.”
—1971 mi?”
—Evet.”
—İlk, orta, liseyi İzmir de mi bitirdiniz?”
—Evet…”

Soruları soranın o kadar otoriter bir ses tonu ve konuşması vardı ki; neden bunları söylüyorsun, neler oluyor diye soramadı. Cesaret edemedi. Konuşmanın sonunu merakla bekliyor, süreyi kısaltmak için onaylama cümlelerini başlarda yaptığı gibi kekelemeden; ardı ardına sıralıyordu. Resmi bilgilerin dışında; evlendiği gün, sene gibi çok özel doğru bilgileri de onaylamıştı. Soruların sona yaklaştığını biliyordu. Çünkü bu sene yaşadıklarını da sormaya başlamıştı. Telefondaki ses, bir süre sustu, son sorusunu sordu:

—Dün bir araba aldınız değil mi?”
—Evet.”
—Artık sizi yakinen tanıdığımızı ve bir telefon sapığı olmadığımızı sanırım anladınız. Şu ana kadar sizin hakkınızdaki bilgilerden yanlış olan oldu mu?”
—Hayır.”
—Bakın bu bir uyarı telefonu. Bu bilgiye nasıl ulaştığımızı size açıklayamayacağız ama bir terör örgütünün kara listesine alınmışsınız. Listede bin kişi var. Öldürülecekleri günün yazılı olduğu belgeyi ele geçirdik. Ancak katillere görevler, kura usulüyle verilmiş ve biz katillerin tümünü henüz yakalayamadık. Yakalayacağımızı umuyoruz ama her ihtimale karşı bu bilgiyi sizinle de paylaşmanın insani bir görev olduğunu düşündük. Bu listeye göre üç ay sonra; Mart ayının üçünde öldürüleceksiniz. Tabi biz, sizi seçen katili yakalayamazsak… Konu hakkında bir gelişme olursa; size döneceğiz. Ama özel bir birim olduğumuz için sizin bize ulaşmanız imkânsız.
Unutmayın üç ay sonra…
Unutmayın 3 Mart… İyi geceler…”

Telefon açıldığı kadar garip bir tarzda kapanmıştı. Konuşma bitmişti. Kafasına hücum eden milyonlarca sorudan birini bile soramamıştı. Nefesi kesildi, ahizeyi tutan elinde gücünün tükendiğini hissetti. Kalp atışlarının artan sesiyle, kafasındaki yüzlerce ses yarışırcasına çığlıklar attılar. Korkudan ziyade şaşkınlıktı yaşadığı. Böyle düşünmemişti. Ölüm onun planlarında hiç olmamıştı ve olmazdı da: Güçlüydü, sağlıklıydı, varlıklıydı. Neden ölsün ki?
Koltuğa yığıldığında, uykularının kaçtığı gecelerde neler yaptığını anımsadı. Televizyonu açtı. Merakla iki yıldır takip ettiği dizinin son bölümünün tekrarı vardı. Misafir olduğu için kaçırmıştı bu bölümü. Ama hayret, artık ne kadarda anlamsızdı şimdi. Ölüm gerçeği karşısında ne kadar basit ve ucuzdu. Her akşam en az dört saatini bu anlamsızlıklara bakarak mı harcamıştı? Kendisini daha da kötü hissetti… Sehpanın üzerinde yıllardır abone olduğu dergilere gitti eli: Moda dergisi, tasarım dergisi, hobi dergisi, magazin dergisi, spor gazetesi. Elleri ile hızlıca taradı dergileri. Yıllardır başkalarının kurgu hayatlarını izleyerek ve okuyarak ne çok zaman kaybetmişti. Kendini zeki zannediyordu; yanıldığını anlaması için ölümünün gelmesini beklemişti.
Çocukların odasına gitti. Uyuyorlardı. En son ne zaman öpmüştü onları? Ne zaman onların gözlerine bakmıştı en son? Anımsayamadı. Hep çok işi vardı. Zamanını kimler için harcamış ama bu çocuklardan esirgemişti. Öpmeye bile utandı bu düşüncelerle, hep dik duran bedeni çökmüş, kafası önde çıktı odadan…
Eşiyle paylaşmak istedi duygularını ve korkularını. Uyuyan eşine baktı. Onunla sıkıntılar, kavgalar ve yapılacaklar dışında bir şeyi paylaşmadığını anımsadı. Son yıllarda kavgaları gittikçe artmıştı. Onun gitmek istediği yere kendisi gitmek istemiyor; kendisinin yapmak istediklerine de o karşı çıkıyordu. Evlilikleri bir mücadele alanına dönüşmüştü. Uzlaşmayı yitirmişler, duygularını köreltmişler, maddi ihtiyaçlar için beraberliklerine devam etmişlerdi. Bu kadar yıl sonra paylaşılan ilk duygu, bu mu olmalıydı? Aslında ölmeden, eşini kaybetmiş olduğunu anladı. Ve bu süreçte kendisinin hiçbir çaba sarf etmediğini… Ölmeden kaybetmişti hayatını aslında ve bunu ölmeden önce anlamak yıkmıştı.
Bir an gözleri parladı. Bu kadar umutsuz olmamalıydı, O İslam dinine inanıyordu, yani ölümden sonra hayat vardı. Ölüm bir son değil, başlangıçtı. Ama… Gözleri parladığı gibi çabucak söndü. İslam dinine inanıyordu ama dine ayıracak hiç zamanı olmamıştı ki. Emekli olabilseydi namaz kılabilirdi belki. İş temposunu düşürebilir diye biraz da çok sevdiği sigarasından ayrılmak zor olur diye oruç da tutmamıştı. Bu sene hac zamanı da geçmişti.. Tutunacak dallarını bir bir kırmıştı kendi elleriyle. Mazeret üretme merkezi bile çalışmıyordu. Ne diyecekti Rabbine? Hasta değildi, tutuklu değildi, cahil değildi. Nasıl düşünemedim dedi kendi kendine. Dil sustu, gözyaşları süzülürken yanaklarına; merakla korkunun terk ettiği bedenini acı ve pişmanlık sarmıştı.

* * *
Yıldızlar, gece ve sessizlik… Bu üçü alıp götürmüştü üç ay öncesine. Bir daha aynı ses tarafından aranamamıştı. Yarın Martın üçüydü. Beklenen gündü. Üç ay önce olsa kendisini bir karakola atar ve günün bitmesini beklerdi. Ama üç ay önce olsaydı. Şimdi ise içindeki tek huzursuzluk; telafi edemediğine inandığı geçmişindeki hatalar ve günahlarıydı. Ölümden duyduğu korku gitmiş, yerini üç aydır yeniden tanıdığı ve çok sevdiği Rabbine karşı duyduğu derin bir mahcubiyet almıştı. Bu üç ay, onun hayatının bütünleme sınavları olmuştu sanki. Eşiyle yakınlaşmış, eskiden tartışma konusu lan olayların ne denli küçük ve hoş görülebilir olduğunu görmüştü. Çocuklarıyla oynamış, onlara hayatları boyunca faydalanacakları nasihatler vermişti. Artık akşamları ailece iple çeker olmuşlardı. Yemek masasında başlayan sohbet, uykusuz gecelere kapı açmış, birbirlerini sevmişlerdi. Hep ertelediği bir işi yapmıştı. Kuranı Kerim okumayı öğrenmişti. Okuduğu her kelime ile yılların çaktığı sıkıntı çivileri ve tereddütler bir bir sökülmüştü. Anlamını okudukça yıllarca nefsi ile aslında hayatını ne denli zorlaştırdığını görmüştü. Üşüdü. Balkondan içeri girdi. Gece namazı kılmak için seccadesini açtı. Belki son namazıydı. Azrail’in nefesini arkasında hissederek sığındı Rabbine. Secdeye gittiğinde uzun uzun ağladı. Selam verirken hayatının belki bu son gününde yüzünde teslimiyetin huzuru vardı.
Telefon çaldı. Gecenin sessizliği, içindeki huzur, bedenindeki teslimiyet birdenbire sarsıldı. Dona kaldı. Yine gece yarısıydı. Telefon hala çalıyordu. Yerinden kalkmadı. Telefondaki sesin aynı ses olmasından korktu. “Katiller yakalandı.” demesinden ve eski hayatına dönmekten korktu. Aynı koşturmacanın, huzursuzlukların, başıboşluğun başlamasından korktu. Kararını verdi: Bilmek istemiyordu. Tıpkı Rabbinin emrettiği gibi; artık gelen her günü ölebileceği gün, her kıldığı namazı son namazıymış bilecek ve herkese sanki yarın ölecekmiş gibi hoşgörüyle ve sevgiyle bakacaktı.
Telefon çaldı, uzun uzun çaldı… Ayağa kalktı, telefonun fişini çıkardı. Saatini sabah ezanına kurup çocuklarını öperek sevdiği eşinin yanına uzandı. Nimetleri için Rabbine şükrederek gecenin kollarına huzurlu bedenini bıraktı…

HAVVA POLAT

Mollacami.Net

23 Kasım 2009 Pazartesi

Sahibüzzaman HZ. den Tavsiyeler

MUHTELİF TAVSİYELERİ

Oğlum! ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Rasûlü’ne yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölge de beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da âhiretin.

Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır. 1-Nûr, 2-Zulmet. Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.

Şöyle düşünmeli: “Ya Rabbi! Âciz kulunu Ümmet-i Muhammed’e hizmet etmeye muktedir kıl”. Eğer “Yâ Rabbi, bana ilim ihsan et” denirse, şahsî menfaate taalluk edeceğinden, rızâ-yı İlâhi’ye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rızâ-yı Bâri’yi bulamaz. İlim ve cennet istemek menfaat-i şahsiyedir. Gaye ise rızâ-yı Bâri’dir.

Bizim yolumuz, imân, İslâm ve Ahlak-ı Muhammediye’yi aşılamaktan ibarettir.• Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.

Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.• Hak’tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.

Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnet’in gayri olan yanlış yollara sapmayınız.

Her yerde birlik ve beraberlik lâzımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddî ve mânevî yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.

Dini dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttular. Bir şeyler alır da vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hale geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi mâneviyata karıştırmayın.

“Her koyunu kendi bacağından asarlar” sözü yanlıştır. Dinimizde neme lâzım demek yok. Bana lâzım demek vardır.• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez; gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.

İlim, nûr-i İlâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.

İnsan gibi, ilmin de anâsır-ı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözüyle görmek, kulağıyla işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i İlâhiyi çekecek.

Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler âlim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.
Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.

Şimdiye kadar müslümanları hakir görmüşler; üstü başı pejmürde, kirli, paslı insanlar olarak millete tanıtmaya çalışmışlardır. Benim evladlarım tertemiz giyinip gezecekler; yolda, sokakta yürürken gayet vakûr bir şekilde ilerleyecekler. Müslümanlığın şahsiyetini, bu millete tanıtacaklar, onu hakkı ile temsil edeceklerdir.

Macaristan vaktiyle müslümandı. Fakat bir gün geldi orada yalnız zâhirî ulemâ kaldı. Zâhirî ulemâ mâneviyattan mahrûm olduğu için, dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi hıristiyan olup gittiler. Bu din mâneviyatsız muhâfaza edilemez.

Sırf bâtınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zâhirle meşgul olanlar gâfildir. Kemâlat her ikisinin birleşmesindedir.

İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.• Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lânet vardır.

Yemek yerken, su içerken “ibadet için kuvvet olsun yâ Rabbi” diye, Mevlâ’nın huzûrunda olduğunu düşünmek lâzım.

Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: “Benim oğlum sigara içmez değil mi?” gibi.

“Yâ Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!”
BİR ÜNİVERSİTE TALEBESİNE NASİHATLARI•[/color]

Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan “söz” olur ve seni cennete götürür, tutmazsan “köz” olur.


Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.

İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevâzu sahibi ol, zira en hâlis ziynet alçak gönüllülüktür. Mütevâzi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah’ın huzuruna fesatla çıkılmaz.

Memur olduğun zaman, sana gelen vatandaşlara sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha “bugün git yarın gel” deme! İşini, o gün bitir. Eğer öyle yapmazsan on parmağım yakanda olacaktır. Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.

İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. “Ben niye onun yerinde olmayayım” deme, elindekinden olursun. “Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin” diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.• Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur.

Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz “Çalışmak ibadettir” buyuruyor. Evladım, alınteri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsülünü al, komşuna ver, ağaç dik… Sadaka-i câriye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir. Bunun için biz, heykel dikmeyeceğiz, yeşil ağaç, yeşil âbide dikeceğiz.

Bir dut ağacı 400 sene, ceviz ağacı 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik, çiçeği şifalıdır.• Bursa’da Osman Gazi’nin ve Orhan Gazi’nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekâr iken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.

Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol. Münevver kişi, münevvir kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından (dolayı) hiçbirşey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.

Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola tükürmüşse) sen, onu ayağının ucu ile örtüver…

•Günde en az iki kişiye iyilik et, gönlünü al. Çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, Cennetin Firdevs kapısını açmaktır. Bu beş maddenin en kolayı, fakat en “içten geleni” de budur. Bir gönül kazanmak, 40 vakit namaza bedeldir. Bir gönül kırmak ise, 40 vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken, “Ey Allah’ım, bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle” diye dua ederim.

Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen ilk kişiye selâm ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman, o da sana karşılığını verecektir. Veren el, alan elden, sunan gönül, alan gönülden azizdir

17 Kasım 2009 Salı

Ana Sayfa: Akşam Yatarken ve Sabah Kalkarken Okunacak Duâ

Akşam Yatarken ve Sabah Kalkarken Okunacak Duâ


Akşam Yatarken Okunacak Duâ

ٱَللّٰهُمَّ بِٱسْمِكَ اَمُوتُ وَاَحْيٰى


'Allâahümme bismike emüütü ve ahyâa.'

Mânâsı:

'Allâh'ım; isminle ölür, isminle dirilirim.'



Yataktan Kalkarken Okunacak Duâ


ٱَلْحَمْدُ ِللهِ ٱلَّذِى اَحْيَانَا بَعْدَ مَا اَمَاتَنَا وَاِلَيْهِ ٱلْبَعْثُ وَٱلنُّشُورُ


'Elhamdü lillâahillezii ahyâanâa ba'de mâa emâatenâa ve ileyhil ba'sü vennüşuur.'

Mânâsı:

'Hamd olsun o Allâh'a ki, öldükten sonra bizi diriltti. Öldükten sonra dirilip haşrolmak (toplanmak) onadır.'


Hasan ARIKAN / Muhtasar İlmihal

En ünlü avukatın kaybettiği tek dava..

"Ünlü bir futbolcu karisini öldürmekle suçlaniyordu. Futbolcu yakalanmisti. Ama karisinin cesedi ortada yoktu. Durusma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanik sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttugu avukati jüriyi ikna etmeye ugrasiyordu:

-'Sayin jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduguna yürekten inaniyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksiniz. Neden mi? Bakin, simdi 1' den 10' a kadar sayacagim ve müvekkilimin öldürdügü iddia edilen karisi bu kapidan içeri girecek. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10.'

Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri.
Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yapti:

-'Bakin, siz de kadinin öldügüne inanmiyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapiya baktiniz. Iste karari buna göre vermenizi talep ediyorum.'

Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu buldugunu bildirdi ve dava bu sekilde
sonuçlandi.Mahkeme çikisinda avukat, bayan jüri baskanina yaklasti:

-'10' a kadar saydigimda siz de diger üyeler gibi kapiya bakmistiniz. Neden
böyle bir karara imza attiniz?' 'Dogru' dedi jüri baskani; 'Ben de kapiya baktim, ama müvekkiliniz kapiya bakmiyordu!. .'



En iyi analist her kes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir."

Babamı Istiyorum

"Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

Çocuk babasına, - 'Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun' diye sordu...

Zaten yorgun gelen adam, 'Bu senin işin değil' diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk 'Babacım lütfen, bilmek istiyorum' diye üsteledi.

Adam : - 'İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon' diye cevap verdi.

Bunun üzerine çocuk 'Peki bana 10 milyon borç verir misin' diye sordu.

Adam iyice sinirlenip, 'Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat' dedi.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli: - 'Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.' diye düşündü.

Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, 'Belki de gerçekten lazımdı'...

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

Yatağında olan çocuğa, 'Uyuyor musun' diye sordu. Çocuk 'Hayır' diye cevap verdi...

- 'Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim' dedi...

Çocuk sevinçle haykırdı, 'Teşekkürler babacığım'...

Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, 'Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?...

Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok' diye kızdı...

Çocuk : - 'Param vardı ama yeterince yoktu ' dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;

- 'İşte 20 milyon...

- 'Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?...'"


Mollacami.Net

29 Eylül 2009 Salı

Servetiniz yalnızca" iki bardak sudur "

"Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın hayatında en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:

- 'Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?'

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

- 'Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?'

- 'Verirdim tabii.'

- 'Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?'

Hükümdar biraz düşünür ve ardından 'Ölmemek için evet' der. Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

- 'Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.'"

Mollacami.Net

30 Temmuz 2009 Perşembe

Namaz Kılış Şekli (Resimli Anlatım)

Namaz Kılış Şekli (Resimli Anlatım): "Namaz kılacak kimse, önce üzerinde ve namaz kılacağı yerde, namazın sahih olmasına engel olacak pislik cinsinden bir şeyin bulunmamasına dikkat eder. Abdest alır, Kıbleye döner. Kendini dünya düşüncelerinden mümkün mertebe çeker. Allâh'ın mânevî huzurunda olduğunu hatırından çıkarmaz. Kılacağı namaza kalbi ile niyet eder.

Meselâ kılacağı sabah namazının sünneti ise: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya' diye kalben niyet eder. Şâyet farzını kılacaksa: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bu günün sabah namazının farzını kılmaya' diye kalben niyet eder. Eğer nâfile namaz kılacaksa, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için namaz kılmaya' diye kalben niyet eder. Sonra iki elinin parmaklarını açık tutarak ve kıble tarafına döndürerek baş parmaklarını kulaklarının yumuşağına değecek kadar kaldırıp iftitah tekbirini alır. Yâni 'Allâhü ekber' der. . Kadınlar ise, ellerinin parmak uçları omuzları hizasına gelecek şekilde kaldırırlar

Sonra erkekler sağ elinin içi sol elinin üzerine, (serçe parmak ile baş parmak sol elin bileğinde halka yapacak şekilde) koyarak ellerini göbek altına bağlar . Kadınlarsa, sağ el sol elin şeküzerinde göğüslerinin üzerine koyarlar. Gözler secde yerine bakar


Eller bağlandıktan sonra 'Sübhâneke' okunur. Sonra Eûzü ve Besmele çekilir ve Fâtiha-i Şerîfe okunur. Sonunda 'Âmin' denir. Sonra bir sûre veya kısa bir sûre uzunluğunda en az bir âyet okunur. Eller yanlara salınıp 'Allâhü Ekber' diyerek rükû'a gidilir.

Rükû'da erkekler parmakları açık olarak elleri ile dizlerini kavrar, baş ve arkayı aynı hizada tutarlar. . Kadınlar erkekler kadar eğilmezler . rükû'da en az üç defa 'Sübhane rabbiye'l-azıym' denir. rükû'da ayak parmaklarına bakılır. Fakat baş eğilmez, düz tutulur. Rükûdan sonra 'Semiallâhü limen hamideh' ve 'Rabbenâ lekel hamd' diyerek doğrulunur. Tam doğrulduktan sonra 'Allâhü Ekber' diyerek secdeye gidilir. Secdeye inerken evvelâ dizler, sonra eller, daha sonra baş yere konulur. (Secdede alın ve burnun yerin sertliğini hissetmesi şarttır.) El ve ayak parmakları kıbleye doğru çevrilir.

Secdede erkekler dirseklerini yanlara açıp karınlarını oyluklarından uzaklaştırırlar veayak parmaklarının uçları kıbleye doğru olur . Kadınlar ise bunun aksine dirseklerini yanlarına, karınlarını da uylukları üzerine getirirler ve ayak parmaklarını erkekler gibi kıbleye getirmezler. Ayaklarını yatırarak (resimde görüldüğü gibi) üstünü yere getirirler . Secdede üç defa 'Sübhâne rabbiye'l-âlâ' denilir. Sonra 'Allâhü Ekber' diyerek secdeden kalkılır, dizler üzerinde oturuş vaziyetine gelinir. Bir kere 'Sübhânellâh' diyecek kadar bekledikten sonra 'Allâhü Ekber' deyip ikinci secdeye varılır. Bu secdede yine üç kere 'Sübhâne rabbiye'l-alâ' denilir. 'Allâhü Ekber' deyip ikinci rek'ata kalkılır. Eller evvelki gibi bağlanır. Yalnız Besmele-i Şerîfe ile Fâtiha-i Şerîfe ve bir sûre veya bir uzun âyet okunur. Sonra aynen birinci rek'atte yapıldığı gibi rükû' ve secde yapılır. İkinci rek'atin ikinci secdesinden sonra sol ayağı yere döşeyip sağ ayağı dikerek ve parmakları kıbleye getirmek sûretiyle oturulur. Kadınlar iki ayağını sağ taraftan çıkartarak uylukları üzerine otururlar . 'Ettehıyyâtü, Allâhümme salli ve Allâhümme bârik...' okunur. Sonra 'Rabbenâ âtinâ' gibi dualar okunur.

Yüz sağ omuz tarafına döndürülerek 'Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllâh' denir . Bundan sonra da yüz sol tarafa döndürülerek yine 'Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllâh' denilir. Böylece namazdan çıkılmış olur.

Sabah namazının farzı da aynen (sünneti gibi) böyle kılınır. Erkekler farzdan önce kaamet okurlar.

Kılınan herhangi bir namazdan, selâm verip çıktıktan sonra 'Allâhümme ente's-selâmü ve minke's-selâm. Tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm' denilip arkasından şu tesbih okunur:


سُبْحَانَ ٱللهِ وَٱلْحَمْدُ ِللهِ وَلاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ وَٱللهُ اَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِٱللهِ ٱلْعَلِىِّ ٱلْعَظِيمِ

'Sübhaanellâhi ve'l hamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vellâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-alliyyi'l-azıym.'

Mânâsı:

'Allâh'ı tesbih ve tenzih ederim. Hamd ona mahsustur. Allâh'tan başka ilah (Hak ma'bud) yoktur. (İsyandan) dönmek ve (itâate yönelmekde) güçlü bulunmak ancak pek yüce ve büyük (olan) Allâh'ın yardımıyla olur.'

Bundan sonra 1 Âyetü'l-Kürsî (Allâhü lâilâhe illâ hü...) okunarak 33 kere 'Sübhânallâh', 33 kere 'Elhamdülillâh', 33 kere de 'Allâhü Ekber' denilir. Arkasından şu tekbir, tehlil ve tahmid okunur:


ٱَللهُ اَكْبَرُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ ٱلْمُلْكُ وَلَهُ ٱلْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ ٱلْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ


'Allâhü Ekber. Lâ ilâhe İllallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü yuhyî ve yümît. Vehüve hayyün lâ yemûtü biyedihil hayrü ve hüve âlâ külli şey'in kadîr.'

Mânâsı:

'Hz. Allâh her şeyden büyük ve ondan başka ilâh (Hak ma'bûd) yoktur, o birdir. Onun ortağı yoktur, Mülk onundur, hamd ona mahsusdur. Diriltir ve öldürür, O diridir, ölmez. Hayır onun elindedir. Ve o her şeye kaadirdir.'

Bu tekbir, tehlil ve tahmidden sonra eller kaldırılır ve duâ edilir.

Bütün namazların kılınış şekli böyledir. Ancak, 3 ve 4 rek'atli farzlar ile 4 rek'atli sünnet-i müekkedelerin ve vitir namazının birinci oturuşunda sadece 'Ettehıyyâtü' okunur. 'Allâhümme salli ve Allâhümme bârik' okunmaz. Fakat İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk dört rek'at sünneti gibi, sünnet-i gayri müekkedelerin birinci oturuşlarında 'Ettehıyyâtü' den sonra, 'Allâhümme salli' ve 'Allâhümme bârik' de okunur. Üçüncü rek'atin başında diğer dört rek'atli namazların aksine 'Sübhâneke' okunur. Sonra 'Euzü ve Besmele' çekilerek 'Fâtiha'ya başlanır.

Öğle namazının sünnetinde, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının sünnetine' diye kalben niyet edilir. Farzında ise, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının farzına' diye kalben niyet edilir. Son sünnetine, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü öğle namazının son sünnetine' diye kalben niyet edilir.

İkindi namazının sünnetinde: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü İkindi namazının sünnetine' farzında, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü İkindi namazının farzına' diye kalben niyet edilir.

Akşam namazının farzında: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü akşam namazının farzına', sünnetinde de, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü akşam namazının sünnetine' diye kalben niyet edilir.

Yatsı namazının ilk sünnetinde, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının ilk sünnetine', farzında da, 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının farzına', diye kalben niyet edilir. Son Sünnetinde 'Niyet ettim Allâh rızâsı için bugünkü yatsı namazının son sünnetine' diye kalben niyet edilir. Daha sonra kılınan üç rek'at vitir namazında ise: 'Niyet ettim Allâh rızâsı için vitir namazını kılmaya' diye kalben niyet edilir.




Bayanlar İçin..

Tekbir.
Gözler secde yerine bakıyor. Eller göğüs hizasında, parmak uçları omuz hizasını geçmiyor.,


Kıyam. Gözler secde yerine bakıyor. Eller göğüs üstünde ve sağ el sol elin üzerinde.



Rükü.
Gözler iki ayak ucuna bakıyor. Baş ile sırt aynı hizada olmayıp, baş daha yukarda. Parmaklar, araları kapalı olarak hafiften dizkapakları üzerinde.



Secde.
Alın ve burun yere değiyor. Baş iki el arasında, parmaklar kıbleye doğru. Dirsekler yere değiyor ve vücuda yapışık,' oyluklar da karna bitişik vaziyette. Ayakların üstü yere gelmiş şekilde ve her iki ayak sağa yatık.



Ka'de.
Gözler oyluklara bakıyor Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde Her iki ayak sağa çıkarılmış, sol ayak üzerine değil, yere oturulmuş vaziyette



Sağa Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde.' Her iki ayak sağa çıkarılmış vaziyette. Baş sağa çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.



Sola Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Her iki ayak sağa çıkarılmış vaziyette. Baş sola çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.





Erkekler İçin;

Tekbir.
Gözler secde yerine bakıyor. Ellerin içi kıbleye dönük, başparmak kulak yumuşağına değiyor. İki ayak birbirine paralel, ayaklar arasında 4 parmak sığacak kadar mesafe var.



Kıyam.
Gözler secde yerine bakıyor. Eller göbek altında bağlanmış vaziyette. Sağ elin küçük parmağıyla başparmak, sol elin bileğini halka gibi kavramış şekilde. İki ayak arası 4 parmak kadar açık ve birbirine paralel.



Rükü.
Gözler iki ayak ucuna bakıyor. Baş ile arka aynı hizada, sırt düz vaziyette ve yere paralel durumda. Bacak ve kollar gergin. Parmaklar açık, sıkıca dizkapaklarını kavramış vaziyette



Secde.
Baş iki el arasında. Alın ve burun yere değiyor. Parmaklar kıbleye doğru. Dirsekler yere değmiyor ve vücuda yapışık değil. Karın, oyluklardan ayrı. Ayak parmakları kıbleye dönük, topuklar



Ka'de.
Gözler oyluklara bakıyor. Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Sol ayak yatık ve üzerinde oturulmuş. Sağ ayak dik ve başparmağı kıbleye dönük.



Sağa Selam.
Eller oyluklar üzennde, parmaklar kendi halinde. Sağ ayak dik, başparmak kıbleye dönük. Baş sağa çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor



Sola Selam.
Eller oyluklar üzerinde, parmaklar kendi halinde. Sağ ayak dik, başparmak kıbleye dönük. Baş sola çevrilmiş ve gözler omuza bakıyor.


Hasan Arıkan / Muhtasar İlmihal

9 Temmuz 2009 Perşembe

Pes Etme Sabret Gönül

En Masumane Tavırlarına Gaddarca Yaklaşanlar Olacak Belki.
İçindeki Çocuk Hafife Alınacak...

Anlatmak İstediklerin Değil Anlaşılmamış Yanların Konuşulacak.
"Olsun" Diyeceksin,Yüzündeki Gülümsemeyi Kaybetmeden.
Yine de Hüsnü Zan Edeceksin.

Allah İçin Söylediğini Yine Allah İçin Olduğu Yerde Bırakacaksın.
Yaradanı Alıp Yüreğine,Sırtını Dayayıp Tevhidin Çınarına Akibeti Ukbada Düşüneceksin.

Ve Kalbin Şöyle Bir Hafifleyecek,Damarlarına Giden İyimserlik Yolunu Tıkamadığından...

Üzülüp Acı Çektiğinde Çileni Hafife Alanlar Olacak Belki...

Öyle Bir Yanacak Ki İçin Kimseye Anlatamayacaksın.

Günlerce Ağlayacaksın...

Sonra En Yakınındaki , En Yüreğindeki Vuracak Hislerini....

Canım Dediğin Dönecek Sırtını.

Bir "Ah!" Çekeceksin Ve Arkanı Döndüğünde Kimse Kalmamış Olacak.

"Sabır" Diyeceksin Yine Sabır.

Eyüplerin Torunluğuna Yakışır Sabır...

"Bugün Allah İçin Ne Yaptın" Sorusu Geldiği An Kulağına ,
Vereceği Cevabı Bulamayanların Tedirginliği Değil En Zor İmtihanını Başarıyla Vermiş Öğrencilerin Rahatlığı Olacak Ruhunda.

Başını Yastığa Koymadan "Elhamdülillah" Diyecek ,Rüyanda Cennetten Kesitler Göreceksin Belki....

Ve Sabaha Erdiğinde ,Avucunda Tuttuğun Tesbih Tanesi Yine "Ya Sabır" La Başlayacak...

Uzat Ellerini Ve Bekle.
Sabırla Bekle Gönül...

En Geç Surun Sesi Duyulduğunda , Tutacak Ellerinden O gönüllere sığmayan en Sevgili.....

tutacak alemin yaratılış sebebi Allahın Resulü...Pes Etme Sabret Gönül...

Asıl Sahibini Düşün Sabret...

Başını Sonunu Kestiremediğin Olaylarda Bile Sabret...

Pes Etme Sabret Gönül...

26 Haziran 2009 Cuma

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutmayacak ateş yağmuru altındaydılar
Tam cepheden dışarı doğru bir hamle yaptığı sırada başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, Delirdin mi?
Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş Büyük olasılıkla ölmüştür bile Artık onun için yapacak hiçbir şey yok Boşuna kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini cepheden dışarı attı İnanılması güç bir mucize gerçekleşti
Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü Birlikte siperin içine yuvarlandılar Fakat cesur asker, yaralı arkadaşını kurtaramamıştı siperde kalan arkadaşı dedi ki:
Sana değmez demiştim Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın
Değdi, dedi, gözleri dolarak asker,Değdi
Nasıl değdi? Bu adam ölmüş, görmüyor musun?
Yinede değdi Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
Geleceğini biliyordum Geleceğini biliyordum

25 Haziran 2009 Perşembe

Receb-i Şerif ve Regaib Kandili (hutbe)

"Ey şeref-i İman ile müşerref olan ehl-i İman,
Hutbemiz, Receb-i Şerif ve Regaib Kandili hakkındadır.
Yüce Mevlamız indinde bütün zamanlar müsâvidir. Fakat bazı zamanlar, içinde cereyan eden bir takım hadiseler, vuku’ bulan tecelliyat-ı ilahi sebebiyle diğer vakitlerden efdaliyyet kazanır.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Keriminde:
Ayların sayısı Allah indinde on ikidir, gökleri, yerleri halkettiği günkü Allah yazısında. Bunlardan dördü haram olanlardır buyurmuştur.
Önümüzdeki günlerde gelecek olan günler de Receb-i Şerif, bu haram aylardan birisidir. Bu dört aya “haram” denmesinin sebebi, bu aylarda yapılan masiyetin günahı, ibadetin sevabı, daha şiddetli ve daha kıymetli olmak hasebiyle, diğer aylardan daha fazla tazim ve ihtiram edilmesi lazım gelen aylar olduğu içindir.
Recep ayının bildiğimiz bir takım isimleri vardır. Bu aya, bol bol rahmeti ilahi yağdığı için ziyade yağdıran manasına “Esab”; şeytanlar taşlandığı için “Recm”; ta’zîme layık olduğu için “Receb” ismi verilmiştir.

Peygamber Efendimizin
bu aya verdiği diğer bir isim ise, sağır manasına gelen “Esam”dır. Allah-ü Teala, Receb-i şerifi huzuruna çağırır ve kullarının amellerinden sorar. Receb-i Şerif ayı ise her defasında cevap vermeyerek, susar. Sonunda: “Ey Rabbım! Muhammed Mustafa (SAV) beni Esam diye isimlendirdi. Ben onların sadece ibadetlerini işittim. Günahlarını duymadım, Ya Rab.”, der.
Muhterem Mü’minler!
Bu ayda iki kandil vardır.
1.si ilk Cuma gecesi Reğaib Kandili; 2. si Yirmi yedinci gecesi Mirac Kandilidir.
Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
Recep ayının ilk Cuma gecesinden gafil olmayın. Muhakkak o öyle bir gecedir ki; melekler onu reğaib gecesi diye isimlendirirler. Gecenin üçte biri geçtikten sonra arz ve semavatta bulunan bütün melekler Ka’be-i Muazzama ve çevresinde toplanırlar. Cenab-ı Hak buna muttaliğ olur da Ey meleklerim! Dileyim benden, ne dilerseniz, yerine getireceğim, buyurur. Bütün melekler Ya Rab! Senden Recep ayında çok oruç tutanları affetmeni istiyoruz., diye niyaz ederler. Cenab-ı Hak isteğinizi kabul ettim. Onları affettim buyurur.

Regâib gecesi, ulviyetini Peygamber Efendimizden almıştır. Bu gece, Hz. Amine validemizin Peygamber Efendimize hamile olduğunu anladığı gecedir. Şu bir hakikattir ki Cenab-ı Hakk’ın mahlukatına gönderdiği en büyük hediye ve ihsan-ı ilahi Peygamber Efendimiz (SAV)’dir. Çünkü o bütün mahlukatın yaratılma sebebidir. Onun vücud-u şerifi ve unsur-u latifi, bütün mahlukattan efdaldir. Onun temiz ruhu, bütün kudsî ruhlardan; onun kabilesi, bütün kabilelerden; onun lisanı, bütün lisanlardan; onun kitabı, bütün ilahî kitaplardan daha üstündür. Onun parmaklarından çıkan su, bütün sulardan; onun âl ve eshabı, bütün insanlardan; onun doğduğu gece bütün gecelerden daha hayırlıdır.
İmam-ı Rabbani hz.leri Mektûbat-ı Şerifesinde;
Kendisine peygamber gönderilmeyen ve tebliğ ulaşmayan insanların, mahşer meydanında hesapları görüldükten sonra hayvanlar gibi yok olacağından bahseder. Demek ki insana, insanlık şerefini kazandıran Peygamberlerdir.
Yine İmam-ı Rabbânî Hazretleri:
Hangi lisan ile Rasüllerin gönderilmesi nimeti eda edilebilir... Eğer o büyüklerin varlıkları olmasaydı, bu sapıklıkta kalanlar, küfür zulmetiyle kirlenmiş olan kısır ve kör akıllarıyla Cenab-ı Hakkın zatını ve sıfatlarını bilme devletine nasıl erebilirlerdi., buyururlar.
Muhterem Mü’minler!
Receb ayı içersinde Regaib gecesinde yapılması ehemmiyetle tavsiye olunan birtakım ibadetler mevcuttur. Bu ay Cenab-ı Hakk ‘a mahsus bir ay olduğu için, yalnız zat-ı ilahiyi bildiren ihlas suresini çokca okumak lazımdır.
Nitekim Silsile-i Sadat'tan Ebu'l Faruk Hazretleri,
tutulacak oruçlara, kılınacak namazlara dikkat ederek, bu aylarda Ramazan-ı Şerife hazırlık yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki Receb-i Şerif ve Şaban-ı Şerifte kalp makinelerini çalıştıramayan, Ramazan-ı Şeriften hakkıyla istifade edemez.
Bu ayın birinci günü oruç tutanlara 3 senelik, ikinci günü oruç tutanlara 2 senelik, üçüncü günü oruç tutanlara 1 senelik nafile oruç sevabı verilir.Yine bu ayın 1’i ile 10’u, 11’i ile 20’si, 21’i ile 30’u arasında sadece birer defa olmak üzere kılınacak 10’ar rekat hacet namazı vardır. Bu namaz Peygamber (sav) Efendimizin berberi Selman-ı Pak (ra) Hz. Tarafından rivayet edilmiştir. Bu namazın kılınış şekli ve regaib gecesinde yapılacak ibadetlerin keyfiyyeti dua kitaplarında ve takvim yapraklarında mevcuttur. Ve zamanla Molla takvim bölümüzde de gelecektir Ayrıca Receb ve Şaban ayları içerisinde Peygamber Efendimizin çokca okuduğu Ey Allahım! Bizler hakkında receb ve şaban aylarını mübarek kıl ve bizleri ramazana kavuştur” duası çokca okunmalıdır."

Receb-i Şerîf

"Receb-i Şerîf

Receb ayı „Eşhur-u hurum“dan olup ŞEHRULLAH yâni Allah'ın ayıdır. Bu aya oruçlu olarak girilmeli ve bu ayda Allah'a çok ilticâ etmelidir.


Recebin 1'inci günü oruç tutanlara 3 senelik, 2'nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3'üncü günü oruç tutanlara ise 1 senelik nâfile oruç sevâbı verilir. Bu, hadîs-i şerîf ile sâbittir.

Üç günden sonra her gününe birer ay oruç sevâbı verilir.

Receb-i şerîf Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir ay olduğu için yalnız Zât-ı İlâhî'yi bildiren İhlâs-ı şerîf sûresini çok okumalı; tevhîd, istiğfar ve salevât-ı şerîfeleri ihmal etmemelidir.

Bu ayda 2 kandil vardır:

İlk Cuma gecesi Regaib Kandili,
27'nci gecesi Mi'rac Kandili.
1'inci gecesi bir tesbih namazı veya Receb-i şerîfin ilk onu zarfında bir defaya mahsus olmak üzere kılınan on rek'at namaz kılınabilir. Bu namazda, her rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 3 „Kul yâ eyyühel-kâfirûn...“, 3 İhlâs-ı şerîf okunur. Nitekim ileride kılınış şekli anlatılacaktır.


Receb ayında her gün başında ve sonunda 7'şer Fâtiha-i şerîfe okumak sûretiyle 100 İhlâs-ı şerîf okumak da çok sevaptır.

Bu ayda, mümkün olduğu kadar Hatm-i Enbiyâ yapmalı ve oruç tutmalıdır. 13, 14 ve 15'inci günlerinde oruç tutanlar, bu sünnet-i şerîfeyi yerine getirdiklerinden, nice hastalıklardan şifâ bulur.


Receb Ayında Kılınacak Namaz

Receb'in 1'i ile 10'u arasında, 11'i ile 20'si arasında ve 21'i ile 30'u arasında sadece birer defa olmak üzere kılınacak 10'ar rek'at Hacet namazı vardır. Hepsinin de kılınış şekli aynıdır. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat Cuma ve Pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması efdâldir.

Bu namaz, mü'min ile münâfığı ayırır. Bu 30 rek'at namazı kılanlar hidâyete ererler. Münâfıklar bu namazı kılamazlar. Bu namazı kılanın kalbi ölmez.

Bu 30 rek'at namaz, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz'in berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.


Kılınış şekli - Hacet namazına şu niyetle başlanır:

„Yâ Rabbî, beni dünyayi teşrifleri ile nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i şerîf hürmetine, feyz-i ilâhîne, rızâ-i ilâhîne nâil eyle. Âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle. Dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-i şerîfin için Allâhü Ekber.“ [1]

Her rek'atte 1 Fâtiha-i şerîfe, 3 „Kul yâ eyyühel-kâfirûn...“, 3 İhlâs-ı şerîf okuyup, 2 rek'atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek'at tamamlanır.

Namazdan sonra 11 defa:

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

„Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihil-hayr. Ve hüve alâ külli şey'in kadîr“

Receb'in 11'i ile 20'si arasında kılınan 10 rek'attan sonra 11 defa şu duâ edilir:

اِلهًا وَاحِدًا اَحَدًا صَمَدًا فَرْدًا وِتْرًا حَيًّا قَيُّومًا دَائِمًا اَبَدًا

„İlâhen vâhiden ehaden sameden ferden vitran hayyen kayyûmen dâimen ebedâ“

Receb'in 21'i ile 30'u arasında kılınan 10 rek'atten sonra da, şu duâ 11 kere okunur:

اَللَّهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا اَعْطَيْتَ وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ وَلاَ رَادَّ لِمَا قَضَيْتَ وَلاَ مُبَدِّلَ لِمَا حَكَمْتَ وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الوَهَّابِ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الوَهَّابِ سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ اْلاَعْلَى الْكَرِيمِ الوَهَّابِ يَا وَهَّابُ يَا وَهَّابُ يَا وَهَّابُ

„Allâhümme lâ mânia limâ a'tayte ve lâ mu'tıye limâ mena'te ve lâ râdde limâ kazayte ve lâ mübeddile limâ hakemte ve lâ yenfeu zel-ceddi minkel-ceddü. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a'lel-vehhâb. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a'lel-vehhâb. Sübhâne rabbiyel-aliyyil-a'lel-kerîmil-vehhâb. Yâ vehhâbü yâ vehhâbü ya vehhâb“"

Regâib Kandilinde Yapılacak İbadetler

"Recebi şerifin ilk cuma gecesi “ Regâib gecesi”dir. Bu gece, oruçlu olarak karşılanmalıdır. Regâib gecesi, akşamla yatsı arasında 12 rek’at “hacet namazı” kılınır. 2 rek’atte bir selam verilerek kılınan bu namazda, Fatiha’dan sonra her rek’atte 3 innâ enzelnâhü, 12 İhlası şerif okunur.

Namazdan sonra, 7 Salâtı Ümmiye okunup secdeye varılır.

Salatı Ümmiyye:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِ ا لنَّبِىِّ اْلاُ مِىِّ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin nebiyyil-ümmiyyi ve alâ elihi ve sahbihi ve sellim.


Secdede 70 defa:
سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الْمَلاَءِكَت وَالرُّوحِ
Sübbûhun kuddûsün rabbünâ ve rabbü’l-melâiketi ver-rûh
Okunur.


Secdeden kalkıp 1 defa:

رَبِّ اغْفِرْ وَ ارْحَمْ وَتَجَاوَزْ عَمَّا تَعْلَمْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَ عَزُّ الْاَ كْرَمْRabbiğfir verham ve tecâvez ammâ ta’lem inneke ente’l-eazzü’l-ekrem
Denilir.


Tekrar secdeye varılıp yine 70 defa:

سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الْمَلاَءِكَت وَالرُّوحِ
Sübbûhun kuddûsün rabbünâ ve rabbü’l-melâiketi ver-rûh
Okunur.


Secdeden baş kaldırılıp duâ yapılır.
Duâ anında Allaha şu şekilde iltica etmelidir:

اَلَّلهُمَّ بَارِكْ لَنَا رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَAllâhümme bârik lenâ recebe ve şa’ban ve bellığnâ ramazân





Regaib gecesinden sonra ki gündüzde (yani cuma günü) öğle ile ikindi arasında, 2 rak’atte bir selam verilerek 4 rek’at bir teşekkür namazı kılınır. Her rek’atte 1 Fâtiha, 7 Âyetül kürsî, 5 ihlası şerif, 5 felak, 5 nâs sureleri okunur.

Namazdan sonra 25 defa:
لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّتَ اِلاَّ بِاللهِ اْلعَلِىِّ الْعَظِيمِ اْلكَبِيرِ الْمُتَعَالِLâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîmi’l-kebiri’l-müteâl



25 defa:
اَسْتَغْفِرُاللهَ الْعَظِيمَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَEstağfirullâhe’l-azıym ve etûbü ileyk
Denilip, duâ yapılır."

7 Haziran 2009 Pazar

SIGARA IÇMEK HARAM MIDIR

"SIGARA IÇMEK HARAM MIDIR

Sıgaraya Haram Diyen Alimler olduğu gibi mekruh diyenler hatta helal diyen Alimler vardır.

a. Deliller

Şunu hemen belirtelim ki, sigara hakkında yazan ve konuşanların çoğu sigaranın haram olduğu görüşüne varmışlardır ve sigaranın 'mutlak haram' olduğunu söyleyenlerin tutundukları deliller, onun mutlak mubah olduğunu iddia edenlerin delillerinden hem daha çok hem de daha tutarlıdır. Ileride bunların tartışmasına girecek olmakla beraber bundan hemen şöyle bir sonuç çıkarmamız da mümkündür: Sigaranın hükmü 'mutlak haram'la 'mutlak mübah'ın orta noktasından 'mutlak haram'a daha yakındır. Buna da 'tahrimen mekruh' denebilir.

Mutlak haram olduğunu söyleyenler şu delilleri ileri sürüyorlar. (Sigaraya haram diyenler arasında şunları sayabiliriz: Surunbilali, Mesîri, ed-Dürrü'l-müntekâ sahibi; Salim es-Senhûrî, Ibrahim el-Lekkânî, Muhammed b. Abdülkerim, Halid b. Ahmed, Ibn Hamdûn; Necmeddin el-Gazî, Kalyûbî, Ibn Allân; Ahmed el-Behûtî (el-Mevsû'âtü'l fıkhıye, Kuveyt X/101 -102))

1. Hadis-i şerife soğan ve sarmısak için: 'şu iki bitkiden yiyenler mescidimize yaklaşmasın, çünkü insanların rahatsız oldukları şeylerden melekler de rahatsız olurlar' buyurulmuştur. (Bu ve benzeri hadisler için bk. Müslim, mesâcid 68-78.)

Sigaranın kokusu soğan ve sarmısaktan daha az rahatsız edici değildir ve üstelik sürekli ve kalıcıdır. Insanlarla devamlı beraber olmak zorunda olan melekler de vardır. Sigara içen insan kısa zamanda ağız kokusunu gideremez. Ağzı kokarken de camiye gelmesi yasaklanmıştır. Bu da onun sürekli camiye gelmemesini gerektirir. Böyle sonuçlara sebep olan birşeyin haram olmaması düşünülemez.

2. Buna bağlı olarak her türlü canlıya ve öncelikle de insana eziyet vermek haramdır. Ayet-i Kerime'de : 'Mü'min erkekler ve Mü'min kadınlara haketmedikleri bir şeyle eziyet edenler şüphesiz açık bir buhtan ve günah yüklenmişlerdir' (K. Ahzâb (33) 58 ) buyurulmuştur. 'Her eziyet veren ateştedir' denmiştir. Sigara içenler içmeyenler için küçümsenmeyecek bir eziyettir. Özellikle de sigara içen bir es, içmeyen hayat arkadaşı için bitmez tüKerimez bir eziyettir.

3. Eza veren şey aynı zaman da pisliktir. Pis olan bir şeyin hakkı ise haram kılınmaktır. Ayette 'habis (murdar) şeylerin haram kılındığı bildirilmiştir. (K. A'râf (7) l57 ) Hz. Peygamber de soğan ve sarmısağa kokularının ağır olmasından ötürü 'şu iki habis bitki' diye tabir etmiştir. (Bk. Müslim, Mesacıd 76) Rahatsız edici koku sigarada da fazlasıyla vardır. Öyleyse o da 'habis'tir. Habis olan şeyleri ise Allah haram kılmıştır.

4. Sigaranın teneffüs edilen kısmı dumandır, yani ateştir. Oysa bunların yenilmesi ve içilmesi haramdır. Ayette haksız yere yetim malı yiyenlerin karınlarıyle ateş yiyecekleri söylenirken, (K. Nisa (4) 10. ) ateşin bir ceza aracı olduğu anlatılıyor. Bu ise helâl bir nimet olamaz. Keza 'Artık semanın açıkça bir duman getireceği günü gözle' (K. Duhân (44) l0.) denirken dumanın (duhân) yine bir ceza ve tenkit aracı olduğu anlatılır. Suçlulara ceza aracı olarak yaratılan şeyler insanlar için nimet olamazlar. Hz. Peygamber'de sıcak yemekten hoşlanmazlar ve 'Allah bize ateş yedirmemiştir' derlerdi. (Benzer hadis için bk. el-Hindî, Kenz. VN/109)

5. Sigara hiçbir faydası bulunmayan safi bir israftır. Allah'ın insanların kıyamını (yaşayabilmelerini) sağlaması için bahsettiği 'mal'ın (K. Nisâ (4) 5.) ziyanıdır. Bazan çoluk çocuğunun nafakasını kısmaktır. Oysa pekçok ayet ve hadislerle hem israf hem de malı ziyan etmek yasaklanmıştır. (Bk. K. En'âm (6) l41; A'râf (7) 31; Hadis için bk. Buhari, zekât 18; Müslim, Akdiye 14.) yani haram kılınmıştır. Dolayısı ile bu durumda olan sigaranın da haram olması iktiza eder.

6. Sigara abesle iştigaldir. Allah ise insanları boş yere (abesle iştigal için) yaratmadığını bildirmiştir. (K. el-Mü'minûn (23) 115)

7. Sigara 'bid'at' tır. Çünkü bid'atın bir göstergesi de, yapıldığında ona karşılık bir sünnetin kaybolmasıdır. Sigara için insanlarda önemli bir sünnet olan ağız temizliği kaybolmaktadır. 'Her bid'at ise dalalettir. Her delalet de cehennemdedir'. (Müslim, Cum'a 43; Ebu Davud, Sünnet 5.) Cehenneme müncer olan bir şeyin haram olması gerekir.

8. Sigara Islam alemine Hiristiyan ve Yahudilerden geçmiştir ve onların bir uygulamasıdır. Oysa müslümanlar başkalarına benzemekten menedilmişlerdir. Binaenaleyh, sigara bu açıdan da menedilmiş yani haram kılınmış olur.

9. Hepsinden önemlisi, sigara insan için zararlı bir şeydir. 'Bütün zararlılar ise haramdır' Gerçekten de bu gün artık sigaranın kimseye yarar sağlamadığı, aksine pek çok zararlarının olduğu tıp uzmanlarınca ortaya konmuştur. (Sigaranın zararları konusunda ISAV'da tertib edilen (26.10.199l ) sempozyuma sunulan tebliğlere ek olarak ayrıca bk. en-Nesîmî, age. I/343 vd.) Zararlılarda aslolan hükmün 'haram' olacağında ise Islâm alimleri arasında adeta ittifak vardır. Çünkü 'zarar ve zarara mukabıl zarar yoktur. (Mecelle md. l9 )Allah 'Kendi kendinizi öldürmeyin' (K. Nisâ (4) 29 ) 'Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın' (K.Bakara (2) 195 ) buyurmuştur.

10. Sigara bütün bütün sarhoş etmese dahi bir nevi gevşeme ve uyuşturma tesiri yapmaktadır. Bütün sarhoş ediciler haram olduğu gibi, uyuşturucu ve fütur verici şeyler de haramdır. Ne var ki, sigara içene, sarhoş edicilere verilen ceza verilemez.

11. Hadis-i şerifte 'Helâlın da haramın da belli olduğu, aralarında şüpheli şeyler bulunduğu, onlardan sakınanın dinini ve ırzını koruduğu, onlara düşenin ise harama düşecegi...' bildirilmiştir. (Buharî, Iman 39; Müslim, müsâkât 107.) Sigara ise en azından böyle bir durumdadır ve netice itibariyle harama götürür.

12. Sigara konusunda Islâm Halifesinin yasaklaması mevcuttur. şeriate muhalif olmayan konularda veliyyu'1-emrin isdar edeceği buyruklara şer'an uyma zorunluluğu vardır, aksine hareket ise naslarla haram kılınmıştır. Binaenaleyh, sigaranın da haram olması gerekir.

13. Sigara insanı, Allah'ı zikretmekten ve O'na karşı kulluk görevlerini ifa etmekten alıkoyar. Sigara tiryakisi oruca çok zor tahammül eder. Bu yüzden pek çok kişi oruç tutmaz. Itikata hiç cesaret edemez. Allah'ın zikrinden alıkoyan birşey ise batıldır, haramdır.

b. Itirazlar

Mutlak haramdır diyenlerin delillerine de -her ne kadar diğerlerinden çok güçlü olsalar dahi- pek çok yönden itiraz edilebilir. Mesela :

Sigaranın soğan-sarmısağa kıyas yoluyla haram görülmesi biraz önce açıkladığımız sebeplerden ötürü mümkün değildir.

Sigaranın her halükarda başkasına eziyet olacağı söylenemez. Bu illetten hareket edilirse başkaları ile hiç irtibatı olmayanlar, mescidlere belli bir özürden ötürü girmeyenler ve özellikle de kadınlar için bir hükmün geçerli olmayacağı sonucu ortaya çıkar ki, böyle muttarit olmayan bir hükme itibar edilmez. Sigaranın maddesinin pis olduğunu kimse söylememiştir. Yani üzerinde sigara taşıyan birisi, necaset taşıyor değildir dolayısı ile bu durum onun temizlik isteyen ibadetlerine, meselâ namazına engel teşkil etmez. Gerçi işaret edilen ayette Allah'ın (c:c) 'habis' haramdır, ama soğan ve sarımsağın 'habis' olan yönleri maddeleri değil, kokularıdır. Nitekim onlar için Hz. Peygamber'den 'habis' nitelenmesini duyan sahabe 'Haram kılındı! Haram kılındı' diye ilan edince Hz. Peygamber: 'Ey cemaat ! Allah'ın bana helâl kıldığı bir şeyi haram etmek benim elimde değildir. Şu var ki, ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum' (Bk. Müslim, mesâcid 76 (Davudoğlu NI/445)) buyurmuştu. Sigaranın onlara benzediği yönü kokusudur. Binaenaleyh. 'habis' olan yönü de kokusu olmuş olur. Bu da aslını isti'mal etmenin haramlığını gerektirmez. Duman ve ateşle ilgili ayet ve hadisler ise fıkıh usulü ilmi ile bilinen hiçbir delalet yolu ile sigaranın haramlığına delalet etmezler. Öyle olsaydı bu konuda alimler arasında zaten ihtilaf olmazdı. Sigaranın mutlak bir israf olduğu da tartışılabilir. Zira hayatı ihtiyaç bulunmamakla beraber helal gıdalardan pekçok çesidi ile telezzüz haram görülmemiştir. Meselâ normal gıdasını alan bir insanın yanında sürekli ananas gibi birşey bulundurup ondan zaman zaman alması haramdır denemez. Sigara çoluk-çocuğun nafakasını keserek içilirse bu durumda da haram olan sigara değil, onların nafakalarını kısmak olur. Bunu kahvede çay içerek de yapsa yine böyledir. Sigara da -eğer bir başka delille haramlığı ya da mahzuru ispatlanmazsa - bu helâl telezzüz araçlarından biri sayılabilir. Kaldı ki tiryakiler için sigara ekmekten ve sudan daha öncelikli bir ihtiyaç halini alabilir. Yine bu durumda abesle iştigal olmaktan da çıkar.

Sigaranın bid'at olduğunu söylemek ise hiç mümkün değildir. Çünkü terim olarak 'Bid'at'; sünnet karşıtı olarak, din koyucunun açıkça ya da dolayısı ile, sözlü ya da fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde görülerek ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmalardır. (SBA Risale I/50 'Bid'at' md) Sigaranın hiç kimse tarafından dinden bir hareket olarak uygulanmadığı açıktır.Gayrı müslimlere benzeme konusunda yasak olan, onlara has şeylerde onlara benzemeye çalışmaktır. Mübah olan şeyleri tenavülde benzeme sözkonusu değildir. Sigaranın insanlar için zararlı olması iddiasi eğer ispatlanırsa - ki bugün ispatlandığı söyleniyor bunu ciddiye almamak mümkün değildir. Ancak zararlar arasında da bir meratib (hiyerarşi) vardır ve haram olan zararlıların yanında mekruh olan zararlılar da bulunmaktadır. Helalın ve haramın belli olduğunu, aralarında ise şüpheli şeyler bulunduğunu söyleyen hadis zaten haramların belli olduğunu söylemekle sigarayı haramlar cümlesinden bizzat çıkarmıştır. Çünkü naslarla belirlenen haramlar arasında sigara bulunmamaktadır. Islam Halifesinin yasaklamış olduğu birşey, eğer naslarla sabit bir husus değilse tabii olarak 'raiyyenin maslahatına menuftur' ve bu yüzden de sırf kendi zamanını ilgilendirir. Bir başkası bir başka hüküm israr edebilir. Bu defa da ona uymak zorunlu olur. Sigara Allah'a zikri ve kulluğu bazı konularda zorlaştırsa dahi insanların mükellef oldukları ibadetler öncelikle farzlar ve vaciplerdir. Pekçok sigara içen kimseler ibadetlerirnde tamıtamına yapmaktadırlar. Binaenaleyh, bu da bir haram sebebi olamaz.

4.MEKRUH OLDUĞUNU SÖYLEYENLERİN DELİLLERİ

Haram ve mübah diyenlerin yanında. sigaranın mekruh olduğunu söyleyen alimler de vardır. Onlar da şu delillere tutunurlar :

1. Sigaranın kokusu kerihdir. binaenaleyh, pırasa, soğan ve sarımsağa kıyasla mekruh olması gerekir.

2. Kesin haram olduğunu bildiren deliller bulunmamaktadır. Binaenaleyh, sigaranın hükmü şüpheli bir konudur, şüpheli olan şeyleri yapmak ise en azından mekruha götürür. Öyleyse sigaranın da mekruh olması gerekir.

5. GÖRÜŞLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SONUÇ

a. Genel Değerlendirme

Vakıaların hükmünü belirlemede ehli sünnet çizgisindeki mezheplerin ittifakla kabul ettikleri deliller kitap, sünnet, icma ve kıyastır. 'Masalih-i mürsele' ve 'Istihsan' ise tartışmalı olmakla beraber yine bu mezheplerin öyle ya da böyle başvurdukları delillerdendir. Akıl ise olayların hükmünü belirlemede tek başına bir delil değildir. Ehl-i Sünnet çizgisinin görüşü budur. Aklın şer'i bir delil olması sadece Mutezile ve şia görüşüdür. Buna göre :

Hicri 11. Asrın başlarında ortaya çıkan sigara hakkında kitap; sünnet ve icma delilinin bulunmaması tabiidir. Diğer bir ifade ile, filan ayetin veya hadisin herhangi bir dalalet yoluyla delâletine, ya da müctehidlerin icmaına binaen sigara haram veya mübahtır, denemez.

Kıyasa gelince, şüphesiz bu, üç asıl delilden sonra ahkâm belirlemede en önemli delildir ve şartlarına uygun kıyasın işletilmesi de bir ictihattır, dolayısı ile kıyas yapmak ehlinin, yani müctehidlerin işidir. Hükmü nasların delâletlerinin delaleti ile anlaşılacak kadar açık olan konular ise bundan müstesnadır. Bu durumda sigaranın kıyas edilebileceği - edildiği - en yakın asıl pırasa, sogan ve sarımsaktır. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, Hz. Peygamber (s.a.s) bu bitkilerden yiyenlerin, ağız kokularıyla meleklere ve insanlara eziyet edecekleri için mescide gelmemelerini emretmiş, hatta bu durumda gelenler olmuşsa onlan mescitten çıkartarak Bakî Mezarlığı istikametine göndermiştir. Çoğu insanlarca sigaranın ihdas edeceği ağız kokusu da bundan daha az rahatsız edici değildir. Öyleyse sigara da aynı hükmü almalıdır. Ama bu hüküm nedir ? Sogan-sarımsak konusunda (asıl) baktığımızda onların yenmelerinin yasak edilmediğini, hatta bir hadisle teşvik edildiğini, dolayısı ile mekruh dahi görülmediğini müşahede ederiz. Yasak edilenin onları yiyenin henüz ağız kokusu çıkmamışken camiye gelmeleridir ve bu hükmün (haram ya da mekruh) illeti de eza vermek'tir. Imdi sigarayı buna uygularsak; önce sözkonusu illetin onda da aynı ölçüde bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir. Çünkü sigara içen herkesin nefesi rahatsız edici ölçüde kokmamaktadır, bu açıdan kıyasın 'aslı' ile 'fer'i' arasında küçük de olsa bir fark vardır. Ikinci olarak 'illetin bulunmayacağı yerde hülanün de bulunmayacağı' esasına göre, ister sogan-sarmısak'ta, ister sigarada herhangi bir yolla ağız kokusunun izalesi mümkün olursa bu, hükmün de kalkmasını gerektirir. Kaldı ki, 'asıl' daki hüküm, soğan-sarımsak yemenin haramlığı ya da mekruhluğu değildir. Binaenaleyh, sigaranın onlara kıyaslanmasının uygun olması halinde bile bu, tek başına sigaranın içiminin haram ya da mekruh olmasını gerektirmez. Ne var ki, sigara içenin ağız kokusu, diğerleri kadar çabuk çıkmayacağı dolayısı ile mescidlere sürekli gidemecegi ve seairden olan bir sünnetin -cemaate gitmek gibi- sürekli terki de mekruh ya da haram olacağı için, (Bk. Zeydan, el-Vecîz 36.) bu sebeple sigara içmek de aynı hükmü alır. Ancak bu esasa göre de yine kokusunun izale yöntemi bulunursa hüküm de ortadan kalkar.

Sonuç olarak sigaraya hüküm vermede en güçlü delil görülebilecek kıyas da nihâi hükmü belirlemede yeterli olmamaktadır.

Geriye ihtilâflı deliller kalırki, bunlar da Hanefilerin 'istihsan'ı ile Malikilerin 'istislahı' (masalih-i mürsele)'dir. Sigara için istihsanın işletilebilecek yönleri zaruret, umumi helva ya da kıyas-i hafidir. Sigara içmekte bir zaruret olmadığı herkesin kabulüdür. Umumi helvanın olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü sigaranın bir 'fısk' sayılması halinde günümüzde o ölçüdeki fısklardan sakınan dini bütün insanlar çok yüksek oranda sigara da içmemektedirler. Bu kesimde içenler azınlıktadır. Bunun dışındaki müslümanlar ise fısk olduğu sabit olan benzeri konularda dahi tesahül göstermektediler. Binaenaleyh; onların sigara içmeleri de umumi helvadan değil, tesahül ve laubalilikten kaynaklanıyor denebilir. Böylece zaruret ve umumi helva tarzındaki bir istihsanla da sigaranın hükmüne ulaşmak mümkün görülmemektedir.

Kıyas-ı Hafi tarzındaki bir istihsan istislahla aynı şey olur ki. bu da sigaranın zararının kesinkeş sabit olmasına bina edilebilir ve açık naslarla haram kılınan nesnelerdeki ortak özellik, insan için hayati zarar taşımalarıdır. Aynı şey sigarada da mevcuttur, ya da böyle bir 'asıl' bulunamazsa dahi sigaradaki mefsedet yönü daha ağırlıklıdır. Binaenaleyh mahzurludur ve ‚memnu' olması gerekir denebilir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu delillerde de ittifak yoktur ve bu yolla sigara kesin haramdır. hükmünü vermek zordur.

b. Sonuç

Buraya kadar serdettiğimiz delillere ve tartışmalarına bakarak diyebiliriz ki

1. Sigaranın mahzurlu olduğuna işaret eden deliller, mübah sayılması gerektiği istinbat edilen delillerden hem çok daha fazla, hem de delalet yönleri daha açıktır. Mübahlığı istinbat edilen deliller çok umumi delillerdir ve pek çok yönden tahsis edilmişlerdir. Binaenaleyh, sigaranın mahzuruna işaret eden delillerle ayrıca tahsis edilebilirler. Buna göre sigaranın mutlak mübah olduğunu söyleme imkanı kalmaz. Zaten mübah olduğunu söyleyenlerde, ondaki zararın mevhum olduğunu, muhakkak olmadığını, muhakkak olması yani zararının ispat edilmesi halinde haram olacağını, çünkü 'zararlılarda asıl olanının' haram olmak olduğunu söylerler. Mesela Ibn Abidin bunlardan birisidir.

Her hangi birşeyi 'mübah kılan bir delille haram kılan bir delil çatışırsa haram kılan diğerine tercih edilir' ve 'haram ile helal çatışırsa haram galip gelir' gibi fıkıh kaideleri de sigaranın yerinin mübah yönünde olmadığına işaret eder. Böylece sigaranın şer'an mahzurlu olduğu ortaya çıkmış olur. Ancak bu mahzurun hiyerarşideki yeri neresidir. Işte bunu tayin etmek zor gözükmektedir.

2. Bazılarına göre zarar 'kerahati', bazılarına göre de haramlığı gerektirir. Ama herhalde bunu da tafsil etmek ve kerahat ve haramlığını zararına göre tesbit etmek gerekir. Konuyla ilgili olarak Mustafa Zerkâ'nin ölçüsü şudur: 'Zararı kesine yakın (zanni galip) olan haram, zararı şüpheli ve hafif olan ise mekruhtur' (Mahmud Nazım, age. I/369) Ancak sigara hakkında, makbul delâlet yollarından biriyle onun haram olduğunu gösteren bir nassın bulunmadığını da hesaba katarsak onun için haramdır dememiz de tehlikeli olabilir.

3. Netice itibariyle en az yanılma ihtimalı olan hüküm olarak sigaraya 'mekruh' denmesi gereği ortaya çıkıyor. Ama bu durumda da tenzihen bir mekruh olabileceği gibi tahrimen bir mekruh da olabilir. Doğrusu; insanın sağlığına pek çok yönden zararı, tiksindirici kokusu, (habisligi) israf oluşu vb. yönleri hesaba katıldığında iki mekruh arasındaki yerinin 'tahrimen mekruh' olana daha yakın olduğunu söylemek bize daha isabetli gelmektedir. Konu hakkında yazılan risalelerin en derli-toplu olanın yazari Imam Lüknevi'de sigaranın mekruh olduğu sonucuna vardıktan sonra bu kerahatin tahrimen mi yoksa tenzihenmi olduğu konusunda mütereddid olduğunu anlatır. (Lüknevi, nge. 22)

4. Bunlara bağlı olarak sigara ile ilgili başka hükümler de sözkonusu olur. şöyle ki :

a. Sigaranın mübah olduğunu söyleyenlere göre tütün ziraati ve sigara alım satımı yapmak da mübah ve helal olmuş olur. Tabiatiyle sigaranın mekruh ya da haram olduğu söylendiğinde de, ziraati ile ticareti de aynı hükmü olacaktır. Ne var ki tütünün bitkisinden yaş ya da kuru olarak tıp, kozmetik ve hayvan yemi gibi başka maksatlarla da yararlanılıyorsa o takdirde onun ziraatinin mahzurlu olmadığı anlaşılır. Fakat her halükarda tütün ziraati ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat (li-aynıhi) pis değildir.

b. Oruçlu olarak sigara içmek ittifakla orucu bozar ve keffareti gerektirir. Çünkü cefine duman kaçmakla, dumanı bizzat yudumlamak ayrı ayrı şeylerdir.

c. Sigaranın mübah olduğunu söyleyenler, kadının sigara içmesi halinde, kocanın vereceği nafakaya onun sigara harcamalarını de eklemesi gerektiğini kabul etmek zorundadırlar. Mekruh ve haram olduğunu söyleyenlere göre ise böyle bir zorunluluk yoktur.

d. Sigaranın hükmü ne olursa olsun kocanın bundan rahatsız olması durumunda karısını sigara içmekten men etme hakkı vardır. Bu bir insanlık hakkı olduğundan ötürü kadının da aynı hakkı bulunmalıdır.

e. Sigara içmenin haram ya da mekruh olduğu kabul edilmesi halinde bu küçük ya da büyük bir günah olacak ve ısrarı ile daha da büyüyecektir."

...::::: İhya.Org :::::...

31 Mayıs 2009 Pazar

Gusül abdestinden önce tırnak kesilirmi ?

"Cünüp kimse gusletmedikçe (cünüpken) tıraş olmamalı, tırnak kesmemeli,
bedeninden herhangi bir parçanın ayrılmasına sebep olmamalıdır.

Bunları gusledip temizlendikten sonra yapmalıdır.

Cünüp olan kimsenin yıkanmadan tıraş olması ve tırnak kesmesi haram olmasa da iyi değildir.
İmam-ı Gazali Hazretleri, İhyâü Ulum ed-Dîn kitabında şöyle diyor:
Cünüp olan kimsenin tırnak kesmesi, tıraş olması, etek ve koltuk altını temizlemesi,
kan aldırması veya vücuttan herhangi bir parça kopartması uygun değildir.
Çünkü âhirette bütün vücud geri döneceğinden yıkanmadan kesilen veya
tıraş olunan şey cünüp olarak dönecektir.

Gusül eden kimsenin, vücudundaki kılların ve sakalların diplerine suyu ulaştırması vacip olur.
Her kılın dibinde cenabetlik hükmü vardır. Bunu temizlemek için saç, sakal, bıyık, kaş gibi
yerlerdeki kılların diplerine su ulaştırmak vacip olur.
Bu vacibi yerine getirebilmek için de vücudu ovuşturarak temizlemek gerekir."

28 Mayıs 2009 Perşembe

Cumâ gününün 20 sünneti ve edebi vardır

"Cumâ gününün 20 sünneti ve edebi vardır.

Bunlar şunlardır:

1- Cumâyı Perşembeden karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumâyı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli.

2- Cumâ günü, Cumâ namazı için gusül abdesti almalı. (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.)

3- Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli.

4- Cumâ namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli.

5- Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı.

6- Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli.

7- Erken gidip birinci safta yer almalı.

8- İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli.

9- Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defâ okumalı.

10- İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli.

11- Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı.

12- Cumâ günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli.

13- Cumâ günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli.

14- Kurân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı.

15- Az veya çok sadaka vermeli.

16- Ana-babayı veyâ bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyâret etmeli.

17- Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı.

18- Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı.

19- Cumâ gününü, ibâdetle geçirmeli.

20- İkindiden sonra, seccâde üzerinde elinden geldiği kadar; Yâ ! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kadir! deyip, sonra duâ etmelidir."

HZ Ebu Bekr'in (r.a) yemek hassasiyeti

HZ.EBU BEKR Efendimiz'in (r.a.) yemeğini kölesi getirirdi.HZ.EBU BEKR Efendimiz gelen yemeğin nereden alındığını,nasıl hazırlandığını sorar,sonra yerdi.Bir akşam sual sormadan bir lokma yedi.Kölesi 'Efendim,bu akşam adetiniz üzere yemek hakkındaki sorularınızı sormadınız.' deyince.HZ.EBU BEKR Efendimiz,
'Öyleyse,şimdi söyle.' buyurdu.Kölesi anlatmaya başladı.
'Efendim,cahiliye zamanında raks yapar,oyun oynardım.Bir gün bir grup kimselere oyun oynadım.Hoşlarına gitti.'Şimdi bir şeyimiz yok sonra veririz' demişlerdi.Bugün onların elini bol gördüm.Verdikleri sözü hatırlattım.Bu yemeği verdiler.' dedi.
HZ.EBU BEKR (r.a.) çok üzüldü,ağladı ve parmağını boğazına sokarak istifra etti.Yediği o bir lokmayı çok zahmet çekerek çıkardı.Mübarek yüzünün rengi değiştiSıcak su içmesini tavsiye ettiler.Sıcak suyu içince bir daha istifra etti.'Ya Sıddık!Bir lokma için mi bu kadar eziyet çekiyorsun?'dediler.
'Evet,Resul-i Ekrem'den (s.a.v.)işittim;

'ALLAHÜ TEALA YEDİĞİ HARAM OLAN KİMSELERE CENNETİ HARAM ETMİŞDİR'Buyurdu.
sonra;

'YA RABBİ,YEDİĞİM LOKMA İÇİN ELİMDEN GELENİ YAPTIM.O LOKMADAN VÜCUDUMDA BİR ŞEY KALDIYSA ONU AFVET,BU ZAİF KULUN,CEHENNEM AZABINA DAYANAMAZ.'diye dua buyurdu.


Hanımlara Rehber Bilgiler / FAZİLET NEŞRİYAT

26 Mayıs 2009 Salı

Dört soru, dört cevap

"Bir adam Hz. Ali’ye (k.v.) geldi ve:

“Sana sormak istediğim dört sorum var” dedi.
İlim Şehrinin Kapısı:

“Buyur, sor!” dedi.
Adam sordu:

“Vacip nedir? Vacipten evvel vacip nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:

“Tövbe etmek vaciptir; günahları terk ise ondan önce vaciptir.”
Adam sordu:

“Yakın nedir? Yakından yakın nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:

“Kıyamet yakındır; ölüm ondan daha yakındır.”
Adam sordu:

“Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir?”
Hz. Ali cevap verdi:

“Dünya acayiptir; dünyayı sevmek ise ondan daha acayiptir.”
Ve adam son olarak, şu soruyu sordu:

“Zor nedir? Zordan daha zor nedir?”
Ve Hz. Ali, bu son soruya da, şöyle cevap verdi:

“Kabir zordur; azıksız, amelsiz kabre girmek ondan daha zordur.”"

21 Mayıs 2009 Perşembe

HER SABAH HESABIMIZA 86.400 YTL YATIRAN BANKA

Her sabah hesabınıza 86.400 YTL yatıran bir banka düşünün.

Gün boyu dilediğiniz kadar bu paradan harcamakta serbestsiniz.

Harcamadığınız kısmı ise ertesi günkü hesabınıza devredilmeyip geri çekiliyor.

Ertesi gün ise yine aynı miktar yeni para alacaksınız.
Böyle bir durumla karşılaşsanız ne yapardınız?

Herhâlde bu paranın hepsini bir an önce harcamak için çareler arardınız.

İhtiyacınız olan her şeyi almaya başlardınız. En kârlı seçenek olarak da bu parayı kalıcı bir yatırıma dönüştürerek getirisinden uzun vadeli olarak yararlanmayı düşünürdünüz.


Farkında mıyız bilmiyorum ama hayatımızın her gününde böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Her gün hesabımıza Zamanın Sahibi allah (c.c.) tarafından 86.400 saniye yatırılıyor.

Bu zamanı kullanmazsak onu ebediyen kaybetme riski söz konusu.

O hâlde, elimizdeki sermayeyi boşa harcamak yerine onunla uzun vadeli yatırımlar yapmak, karşılığını da ahirette fazlasıyla almak en akıllıca tercih olmalı....

19 Mayis'a dair güzel bir yazi...tavsiye ederim okuyun

Gemi nerede gemi?

19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığı söylenen gemi nerede? Söküp satmışlar. Kim, niçin yaptı derseniz; belgeleri yok ortada. Peki gemiyi söktünüz, geminin seyir defteri nerede?
O da yok.
Geminin Samsun’dan önce Sinop’a uğradığı söyleniyor. Niye uğradı, kim indi, kim bindi gemiden?..
Sahi bu seyahat niçin bu kadar uzun sürdü? Yola çıkmak için niçin bu kadar beklendi, o da ayrı bir soru..
Yani Mustafa Kemal, pusulası olmayan küçük bir taka ile, Karadeniz’in dalgalı sularına, Vahdeddin’den ve İngilizlerden gizli bir şekilde çıkmadı! Mustafa Kemal gençlere bir bayram filan da armağan etmedi.. Zaten İdman Bayramı vardı, Osmanlı’dan gelen, o da kutlanıyordu, onu 19 Mayıs’la birleştirip yıllar sonra siyaset mühendisleri tarafından bugün bayram ilan edildi. Tıpkı 23 Nisan’ın Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ilan edilmesi gibi..
İstanbul Limanı da Samsun Limanı da İngilizlerin denetimindeydi.. Kalkarken İngiliz yetkililer gemiye çıkıp gidenlerin evraklarını incelemişti.
Yani kaçma filan yok. Gizlice de değil.. İngilizler kimin nereye niçin gittiğini biliyor.. Giderken de biliyorlar, varırken de.. İsimler, gemideki araçlar belli. Bir otomobil, bir de tanker var.. Güzergah da belli.
Erzurum - Sıvas kongre bildirilerini biliyoruz, peki kongre zabıtlarını bilen-gören var mı? Kim ne dedi? Eleştiriler, talepler..
Bu kongreler nasıl toplandı.. Ülkenin başka yerlerinde kongreler toplanmamış mı idi?
Sıvas ve Erzurum’da kongre toplandı tamam da, mesela herkes Hatay Cumhuriyeti’ni bilir de, “Kars İslâm Cumhuriyeti”ni, “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti”ni duydunuz mu!
Türkiye Cumhuriyeti bu oluşumların katılımı ile ortaya çıkan bir cumhuriyetti..
Kars İslâm Cumhuriyeti’nin anayasası, yasalar, meclisi, hükümeti her şeyi vardı. Bayrağı ise bugünkü Genç Parti’nin kullandığı bayraktı..
Okula yakın bir evde oturuyorum da, Nisan ayı ile başladılar, her gün şarkılı türkülü, oyunlar.. Eğitim filan yok, “Bayrama hazırlık” yapıyorlar. Yürüyüş talimleri..
Biz 500 metreden rahatsız oluyoruz o hoparlörden yayılan ve saatler süren müzikten, kesin kimse ders yapmıyordur, yapsa da anlaması mümkün değil zaten..
Siz çocuklarınızın 8 ay öğrenim gördüğünü sanıyorsanız, yanlıyorsunuz, 5 ay eğitim, 3 ay bayrama hazırlık..
Nisan, Mayıs ve Ekim bayram ayı. Aynı bildik şeyler tekrar tekrar anlatılıyor. Resmi tarih yalanı tekrarlanır, resmi ideoloji pompalanır.. Meydanlardaki Çağdaş yaşamcılar, bu yalanlara inananlardan oluşuyor..
Bayram yapmaktan çocuklar okumaya fırsat bulamıyor.. Öyle CHP’nin “Cumhuriyetin Şeref Kitabı”ndaki şiirdeki gibi; “Ey gökteki melekler, sizde göklerden inin / Yılda bir borcumuzdur Cumhuriyete tapmak” (15. yıl sayfa 53) “... Evet facianın tüyler ürperten tarafı budur. Padişah denilen hain, kendi tahtını ve kıymetsiz hayatını korumak için yurdunu, milletini düşmana feda etmek istiyordu. (...) Atatürk (...) padişah adını taşıyan vatan hainini kovdu” sonunda değil mi?
Vaad edilen neydi: “Ulu şefimizin gösterdiği yoldan yürüyelim. Onun yolu bizi yalancı ahiret cennetine değil, hayata kavuşturacaktır.” “Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el / Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel / Bu varlığın önünde bir dakika dize gel / Bu taş daha kutsidir o kabenin taşından.”
“Ey büyük ata! Ey tanrının oğlu!” diye başlayan daha bir sürü zırvanın yer aldığı bu metnin aslını görmek isterseniz, CHP’nin Cumhuriyetin 15. Yılı için bastırdığı, “Türk Gençliğinin duygu ve düşüncesi”ni ifade eden İstanbul’da Cumhuriyet Matbaasında basılan “Şeref Kitabı”na bir göz atmanız yeter.
Batı müzigi formundaki şarkılar eşliğinde Batı tarzı dans gösterileri ile 19 Mayıs’ın ne ilgisi var, onu da size bırakıyorum..
Sahi şu Sıvas ve Erzurum kongre zabıtlarını yayınlayacak kimse yok mu? Kim ne demiş, o kararlar nasıl alınmış bir öğrensek. Kongreye katılanlar nasıl seçilmiş?
O döneme ilişkin Çankaya, TBMM, Başbakanlıktaki gizli arşivler ne zaman açıklanacak? Kim niçin gizler bunları? İstiklal Mahkemesi zabıtları ne zaman açıklanacak, bari onu söyleyin.. Açıklanmıyorsa niçin? Kim mani oluyor ya da kim neden korkuyor.
Gerçek ortaya çıksın ve istismar son bulsun..
Sahi Bandırma vapuru gerçeğini kim analatacak bize? Yoksa gemi 19 Mayıs’tan önce mi vardı Samsun’a! Bari İngilizler açıklasalar kendi arşivlerindeki bilgileri..
Söylenti en tehlikeli gerçekten daha tahripkârdır..
Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır. Tarih toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir..
Allah hiçbir milleti, kendi tarihinin gerçekleri için başka milletlerin insafına, himmetine muhtaç bırakmasın.
(Amin.)
Selâm ve dua ile..




(Abdurrahman Dilipak, Vakit; Habervaktim.com)

Zeka diye buna denir..

Padişah, okunan bir şeyi bir dinleyişte ezberlermiş. Birinci vezir 2 defa okunanı, ikinci vezir de 3 defa okunanı ezberlermiş. Şair Abdülbaki efendi, yeni yazdığı bir şiiri, Padişaha takdim edince, Padişah, oku bakalım der. Şiir hoşuna gidince Padişah bir latîfe yapmak ister:
- Burada herkes bu şiiri bilir. Neresi yeni bunun? Yoksa sen, bilmez mi sanıyordun?

Şair şaşırır:
- Efendim nasıl olur, bu şiiri yeni yazdım ve ilk defa burada okudum. Bilmeniz nasıl mümkün olur?
- Bak şimdi ben okuyorum sen dikkatle dinle!

Padişah şiiri okur ve şairin çok fazla şaşırdığını görünce, iki defa dinlediği için ezberleyen birinci vezire dönüp der ki:
- Abdülbaki efendi iyice tatmin olması için, bir de şiiri sen oku bakalım!

Şairin şaşkınlığı iyice artar. Padişah ikinci vezire der ki:
- Bir de sen oku da, Abdülbaki efendi iyice kanaat getirsin artık.

O da yanlışsız okur. Şair ne diyeceğini şaşırmış vaziyette iken, Padişah durumu anlatır ve hediyelerle uğurlar.

MollaCami Forumu

Sevginin Fiyat Listesi

Küçük oğlumuz annesine geldi ve ona elindeki kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı:

Çimleri biçtiğim için 5 Milyon
Bu hafta odamı temizlediğim için 1 Milyon
Alışverişe gittiğim için 500 Bin
Küçük kardeşime baktığım için 250 Bin
Çöpü döktüğüm için 1 Milyon
İyi bir karne getirdiğim için 5 Milyon
Bahçeyi temizlediğim için 2 Milyon
Toplam borç: 14 Milyon 750 Bin

Annesi umutla kendisini süzen oğlumuza baktı. Eline bir kalem aldı, kağıdın arka yüzünü çevirdi ve şunları yazdı:

Seni dokuz ay karnımda taşıdım Bedava
Hasta olduğunda başını bekledim, elimden geleni yaptım,HZ.ALLAH'a senin için dua ettim Bedava
Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm Bedava
Senin için geceler boyu kaygı duyup, uykusuz kaldım Bedava
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım, giysilerini yıkadım, ütüledim Bedava

Ve oğlum bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü.

Oğlumuz annesinin yazdıkların okuyunca gözleri doldu. Annesine baktı ve “Anneciğim, seni seviyorum.” dedi.
Sonra annesinin elinden kalemi aldı ve kağıda büyük harflerle şunları yazdı:

“HEPSİ ÖDENMİŞTİR.”

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Angut Kuşunun Sadakati

Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir ‘Angut’. Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen ‘Angut musun?’ der günümüzün insanı. Angut’un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde.


Özelliği nedir bilir misiniz? Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.


işte bu canlının yaptığı en büyük ‘Angut’luk budur. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının içgüdüsel özelliğidir bu.


Çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.


Hani derler ya ‘Angut gibi bakmasana’ diye. Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine. Bundan sonra bazılarına ‘Angut’ demeden önce bir kere daha düşünün. Bir “Angut” bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde.


www.zehirliok.net

Makyajla gelen günahlar

Kadının dışarıda süslü ve koku sürünmüş halde bulunması, beraberinde bazı günahlara yol açar:

Birincisi, başkalarını kendisine baktırarak günaha sokma,

İkincisi, olduğundan başka görünerek insanları aldatma,

Üçüncüsü, Allah'ın verdiği sureti ve vücudu beğenmeme manasına gelen şekil değişikliklerine girme.

Evet, İslam, süslenip güzel görünmeye karşı değildir. Sadece insandaki bu duyguyu, günah işlemeye, duyguların bulanmasına ve insanlar arası kargaşaya sebebiyet vermeyecek şekilde sınırlandırmıştır. İslamiyet'in hoş görmediği nokta, keyfe kâfi olan meşru dairenin dışına çıkarak sadece kendisini değil başka insanları da günaha sevk edecek ve onların içerisinde bazı olumsuz fikirleri harekete geçirecek şekilde süslenmektir.

Asrı saadette bu konuda bazı tedbirler alınmış ve namaz gibi önemli bir ibadette dahi süslenme ve koku sürünme, bir engel olarak görülmüştür. Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: Kendisine buhur (koku) değen kadın sakın bizimle yatsı namazına katılmasın.' (Müslim, Salat, 143; Ebu Davud, Tereccül, 7)

Bir kadının kokular sürünerek dışarıya çıkmasının ne manaya geleceğini şu ikaz edici beyanlarıyla Peygamber Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) öğreniyoruz: 'Her göz zina eder. Kadın koku sürünür, sonra da erkeklerin bulunduğu bir topluluğa uğrarsa o da zina işlemiş olur.' (Tirmizi, Edeb, 35; Ebu Davud, Tereccül, 7)

Bu konuda insan, 'Başkasının benim yüzümden günaha girmesi beni ilgilendirmez. Ben güzel görünmeyi seviyorum ve süsleniyorum. Herkesin günahı kendine' diyemez. Zira, bir günaha sebep olan, o günahı işlemiş gibi olur.

Bugün, yapılan masraflı süslemelere göre insanlara değer verilebilmektedir. İnsanlık adına çok acı olan bu durum, insanı insan yapan vasıfların bir tarafa bırakılmasına ve neticede değerlerin alt üst olmasına sebebiyet vermiştir. İnsanların şehevi duygularını tahrik etmek, haram olan usullerle insanların teveccühünü kazanmaya çalışmak, kendini güzel bir vasıfla ve fikirle değil de şekille ifade etmeye çalışmak, insanların bizi sağlıklı şekilde değerlendirmelerine mani olmak yani onları aldatmak vs. hepsi başlı başına birer günahtır ve işte makyaj bu tür günahları içinde barındırmaktadır. Bu arada, makyajda kullanılan boyaların, parfümlerin ne içerdiği de ayrı bir mesele. Maalesef, çoğunun hangi maddeden ve nasıl yapıldığını, içinde ne gibi katkılar barındırdığını bilmiyoruz. Fakat bilmediğimiz şeyleri kullanmakta da mahzur görmüyoruz!

Aslında Kur'an'ı rehber edinen ve O'nun emrine amade olan cennete talip kadınlar için şu ayet ne kadar güzel bir uyarıcı ve mürşiddir:'Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle. Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklar dışında kimseye göstermesinler. Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar! Ey müminler! Hepiniz toptan Allah'a tövbe ediniz ki felaha eresiniz! ' (Nur Suresi, 24/31)

Bu ayet-i kerime bir Müslüman bayanın Allah'ın kendisine vermiş olduğu ziynetleri ve ziynet takılan yerleri, hangi sınırlar içerisinde ve kimlere karşı muhafaza etmesi gerektiğini açık ve seçik olarak belirtmiştir.





Bir kadının kokular sürünerek dışarıya çıkmasının ne manaya geleceğini şu ikaz edici beyanlarıyla Peygamber Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) öğreniyoruz: 'Her göz zina eder. Kadın koku sürünür, sonra da erkeklerin bulunduğu bir topluluğa uğrarsa o da zina işlemiş olur.' (Tirmizi, Edeb, 35; Ebu Davud, Tereccül, 7)

Ne yazık ki bu hadisi söylüyor fakat bir türlü inandırıcı olamıyoruz. Bir boşvermişlik var.
Ben kokuları seviyorum diye bir cvp alıyoruz.

EEE bizde seviyoruz sevmeyen varmı ki? Her sevdiğimizi hoşumuza gideni yapamıyoruz malum.
İslami çerçeve de evinde sür sürüştür. Dışarıya çıkamazsın! Bu kadar basit.

Rabbim böyle dünyalık sevdiklerimizden feragat edebilecek kadar bizde ki İSLAM SEVGİSİni arttırsın. Amin...

Bu hadisi gördükten sonra varmı gerisi"

Konuşmanın mekruh olduğu yerler

Mescidde,

Cenaze arkasında,

Helada ve cima halinde,

Kur'an-ı Kerim okunurken,

Yatsı namazından sonra boş yere konuşmak

(Bunda ki mana o günün amel defterine ibadet ile başlandığı gibi ibadetle bitirmektir ki aradaki hatalar af olsun)

Bunun içinde sabah namazından önce konuşmak mekruhdur."

MollaCami

Aşk Hakkında

Askini gizleyip iffetini muhafaza ederek ölen sehittir.
(Kenzul umman h. No: 6999-7000; Hakim, Hatib)

Askini gizleyip iffetini muhafaza ederek sabredenin günahlarini Allahü teâlâ affedip Cennetine koyar.'
(Ibni Asakir)

islam dininde iffeti koruyarak sevgi neticesinde günahlardan kaçinmak ve günah islememeye sabretmek büyük bir kemal örnegidir.

Yine bir Hadiste söyle der

'Ümmetimin üstün olan kimseleri, ask belasina maruz kalinca iffetini muhafaza edenlerdir.'
(Deylemi)

Askini gizleyip iffetini muhafaza ederek ölen sehittir mealindeki Hadis, Hz. Aise ve Ibn Abbas’tan gelen rivayetlere dayanmaktadir.

Bu konudaki rivayetleri zayif gören alimlerin yaninda sahih kabul eden alimler de vardir (bk. El-Makasidu’l-hasene, 1/658).

Rivayetlerde “iffeti koruma” kaydi vardir. Bu da gösteriyor ki, askin en belirgin özelligi, nefsânî degil, kalbî olmasidir.

ne mutlu sevdiklerini ALLAH-cc rizasi icin sevenlere"

www.zehirliok.net

İstihare Namazı nasıl kılınır

İSTAHARE NAMAZI


İstihare 'hayırlı olanı istemek' anlamına gelir.

İnsanlar, kendileri için önemli olan bir karar verecekleri veya bir seçim yapacakları zaman, bazan belki eldeki verilerin yetersizliği sebebiyle veya çeşitli sebeplerle dünya ve ahiret baımından kendileri için hangi seçimin hayırlı olacağını kestiremezler ve bunu bilmek için çeşitli çarelere başvururlar. Mesela, Peygamber imiz'in nübüvetle görevlendirildiği sıralarda Araplar'dan bir kimse yolculuğa şıkmak istendiğinde, bu yolculuğun kendisi için hayırlı olup olmadığını anlamak için fal oklarına başvururdu. Peygamberimiz bu adeti kaldırarak onun yerine istihareyi getirmiş ve şöyle buyurmuştur:

Biriniz bir iş yapmaya niyetlenince:
farzın dışında iki rek'at namaz kılsın ve şöyle desin: Ey Allahım, ilmine güvenerek senden hakkımda hayırlısını istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Sınırsız lutfundan bana ihsan etmeni istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Ben bilmiyorum, ama sen bilyorsun, ben güç yetremem ama sen güç yetirirsin. Ey Allahım! Yapmayı düşündüğüm bu iş, benim dinim, dünyam ve geleceğim açısından hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır, uğurlu ve bereketli eyle. yok eğer benim, dünyam ve geleceğim için kötü ise, onu benden, beni ondan uzaklaştır. Ve hayırlı olan her ne ise sen onu takdir et ve beni hoşnut ve mutlu eyle!'

Namazda, makbul olanı; ilk rekatta Fatiha ve Kafirun Suresi, ikinci rekatta ise Fatiha ve ihlas suresi okumaktır.

İki rek'at namaz kılıp bu duayı yaptıktan sonra, kalbe doğacak istek veya nefretle, yahut yapıcı veya engelleyici sebeblerle işin hayırlı olan tarafı gerçekleşmiş olduğuna kanaat beslenir ve buna rıza gösterilir.

Namazı kıldıktan sonra dünya kelamı etmemek, sağ tarafa ve kıbleye doğru yatmak, uymaya çalışırken kalpten 'Allah Allah' demek güzel olan şeylerdir. Bu namazı buradan okuyup, tatbik etmek isteyenlerden bir dileğimiz olacak, Yukarıdaki Peygamber efendimizin yukarıdaki duasını kendi sıkıntısına, problemine uyarlayıp kalbinden okuduktan sonra;

3 ihlas ve 1 Fatiha'yı da başta Peygamberimize, sevdiklerine ve Zamanın Sahibine hediye eylesin. Onların yüzü suyu hürmetine bu aciz kulunun anlayacağı şekilde her şeyi aşikar göstersin, perdeleri aralasın diye Allah'a dua etsin. Dua esnasında:
Allah ile konuşur gibi dua etsin,
Etrafını saran melekleri hissetsin,
Dua esnasın da gözlerini kapatsın,
Boynunu büksün,
Allah'ın aciz bir kulu olduğunu hisssetsin.

Birinci defada sonuç alınamazsa üç kere veya yedi defa tekrarlanabilinir.